Mustafa Filmini çeken Can Dündar Röportaj analizi ve Sözel Belgeseli

Kullanıcı Oyu: 0 / 5

Yıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değil
 

Can Dündar Sözel belgeseli, cengiz eren tarafından hazırlanmıştırCan Dündar, Zaman'ın Turkuaz ekine verdiği röportajda
http://www.turkforum.net/showthread.php?t=481486
Said-i Nursi belgeseli için kendisine teklif geldiğini ve bir yıldır görüşme yaptıklarını söyledi. Daha önce http://blog.milliyet.com.tr/Blog.aspx?BlogNo=141476 adresinde yazdığımız Mustafa filmi ile ilgili yorumun açıklaması niteliğindedir, bu Can Dündar sözel belgeseli. Daha önce de Mustafa Kemal'in değerini düşürmeye çalışan bir yazı da yine bu blog da yorumlanmıştı. http://blog.milliyet.com.tr/Blog.aspx?BlogNo=7604 . Kalın harflerle yazılanlar Röportajdan alıntılardır ve cümleler çıkarılmıştır. Röportajın tamamı yukarıdaki linkten okunabilir

Can Dündar ile yapılan röportaj bu cümlelerle başlıyordu. Röportajlar önemli. Hele gazetecilerin verdiği röportajlar daha da önemli. Gazeteciliklerinden dolayı ortaya çıkan güvenler farkında olmadan kendileri hakkında çok önemli bilgileri aktarabiliyorlar. Mustafa filmi ile Türkiye gündemine düşen Can Dündar’ın bu röportajını “cımbızlama" yöntemi ile incelemek ne sonuçlar çıkaracak ben de merak ediyorum.

Ancak kısaca ifade etmek gerekirse “aşkı karnında taşıyan biri olarak”, “eşim göçmen”, “telif ücretini oğlumla birlikte yedik”, “maço olmamaya çalışan ve maçolardan hazzetmeyen biri” kelimeleri ile anlatılanlar Can Dündar hakkında önemli bilgileri de aktarıyor. Neler olduğunu öğrenmek için yazıyı okumanız yararlı olabilir. Siz, bilirsiniz?

Yazının başında Can Dündar için aşağıdaki cümleler yazılıyor, röportajı yapan kişinin görüşleri olarak. sohbet anında şen şakrak olabilen birisi. Hatta evde de kelimenin tam anlamıyla çocuğuyla çocuk oluyormuş. Şaşkınlığım bunlarla sınırlı değil. Dündar saçına 40 yıldır tarak değdirmiyor, el yordamıyla hallediyormuş.

Bu bilgiler röportajı yapan kişinin görüşleri, tabii bu görüşlerde röportajdan sonra yazılmış durumda. Röportajda sempatik bir hava estiği söylenebilir. Ancak bu röportaj Mustafa filmi çekilmeden önce yapılsaydı aynı sempatik hava olur muydu? Bunu da bilebilmemiz mümkün değil. Can Dündar kimdir; araştırmacı, tarihçi, televizyoncu, yazar, gazeteci, belgeselci mi yoksa aşk gurusu mu?
(Gülüyor) Önce gazetecidir. Aşkı karnımda gezdiren biri olarak aşk gurusu değil, kanguru olabilirim. (Gülüşmeler)

Bu soruya verilen cevap gerçekten önemli. Kendisinin önce gazeteceği olduğunu söyleyen Can Dündar esprili olarak Aşk Gurusu sorusunu, aşkı karnında taşıyan biri olarak kanguru olabilirim demesi önemli bir ipucu. Zira karnında cebi olan kanguru gibi aşkı taşıyorsa, aşk Can Dündar’ın dışında demektir. Halbuki aşk öncelikle kalpte veya beyinde yer alması gereken bir duygu. Kangurunun bir başka özelliği de yürümesi değil sıçraması. Bu da belgeselden belgesele sıçrayan Can Dündar’ı gerçekten doğru anlatıyor. Düşündüğünden çok gördüğünü yazan birisisiniz. Bilgi sahibi olduğunuz şeyler araştırmak için okuduklarınızla mı sınırlı? Hatta oğlum Ege ile beraber yazdığım bir de çocuk kitabım oldu. Telif gelirini beraber yedik.

BU soruya verilen cevapta da önemli cümleler var kendisi hakkında. Oğlum EGE ile yazdığımız bir çocuk kitabımız olması gereken cümle, oğlum Ege ile beraber yazdığım bir de çocuk kitabım oldu cümlesi haline geldiğinde anlam çok değişiyor. Oğlu ile yazdığı kitaba kitabım demesi oğlunun emeklerini önemsemediğini gösteriyor. Ya da oğlundan hiç yardım almadan onun adını kitaba yazdığı söylenebilir. Hangisinin doğru olduğunu kendisi bilecektir. Telif gelirini birlikte yedik cümlesi de Can Dündar’ın davranış modeli hakkında önemli bir veri. Telif gelirini oğluma verdim, adına bankaya yatırdım, bir okula bağışladım cümlelerinin yerine “birlikte yedik” denmesi para ile olan ilişkisini gösteriyor. Bir önceki cümlede aşkı karnında taşıyan biri kelimeleri bu aşkın para aşkı olduğunu da kolayca ifade edebiliriz. Aşk, para, cep ve kanguru birbiri ile pek bağlantısı olmayan ama Can Dündar’ın zihinsel yapısının özeti. Milliyet’teki yazılarınız hep hayatın pozitif yönlerine bakan birisinin kaleminden çıkmış izlenimi veriyor. Oysa pozitif olanı seçtiğinizi düşünüyorum. Gazetecilik negatif olana yoğunlaşmaz mı? Belki refleks olarak onları görme alışkanlığım vardır. Ben insanlığın iyiye gidebileceğine inanan bir görüşteyim. Medyanın ‘her şey felakete gidiyor’ halini yaymasının çok ciddi sonuçlar yarattığını düşünüyorum. Hayat öyle bir şey değil. Peş peşe felaket haberlerini arka arkaya dizmek insanları otorite ve faşizan bir değnek arayışına itiyor.

Kendisini gazeteci olduğunu söyleyen birisi için yukarıdaki cümleler talihsizlik sayılabilir. Bu cümleler kendisinde gazeteci tarafsızlığı olmadığını ve çoktandır yorumcu olduğunu da gösterebilir. Zira yukarıda bahsettikleri sadece inançlarıdır. “İnsanlığın iyiye gitmesi”, “ciddi sonuçlar”, “otorite ve faşizan bir değnek arayışı” doğrudan Can Dündar’ın inançları ile ilgilidir. Bu ise bir başka sonucu ortaya çıkaracaktır. Türkiye’de yapılan darbeleri otorite ve faşizan değnek arayışına kendisinin de içinde bulunduğu medya sebep olmuştur demektedir. Böylece ortaya çıkan sonuçlarda benim payın yok mesajı da verilmek isteniyor olabilir.

Köşenizin ismi neden yalnızlığı çağrıştıran ‘Ada’? Yalnızlıktan ziyade, ana karadan kopuk ve bağımsız olmayı çağrıştıran, başka dünyanın mümkün olduğunu gösteren bir şey. Yalnız değilim, çok da hazzetmem.

Verilen cevaba göre Can Dündar’in ana kara gerçeklerinden kopuk olduğunu söyleyebiliriz. Aracınız yoksa ada dışına çıkmanız mümkün olmayacaktır. Bu ise Ankara’dan neden Istanbul’a gelemediğini gösteren bir veri sayılabilir. Yalnızlığı sevmeyen Can Dündar Mustafa filminde yalnızlık öğesini vurgulu olarak işlemiştir. Hazzetmem ise adasında yalnız kalamaz durumda olduğunu da göstermektedir. Bir adaya düşseniz yanınıza kesinlikle almayacağınız ilk üç şey? (Düşünüyor) Ne zor sorulardır bunlar Allah’ım! Benim için en zor şey bir şeylerden vazgeçmek. Bu soruda bile hayatımdan üç şeyin eksik olmasını kabullenemedim. (Gülüşmeler) Serdar Turgut’u bile okumak isteyeceğimi düşünüyorum.

Vazgeçmenin kendisi için zor olduğunu söyleyen Can Dündar çok önemli bir veriyide aktarıyor. “Vazgeçemiyorsanız” tek sonuç ortaya çıkabilir. Razı olmak. Vazgeçmemek için razı olmak stratejisi hem kendisinin ve hem de yazılarında neden tavır koyamadığının açık göstergesidir. Bu yüzden yazılarının vazgeçemeyen ve karar veremeyen insanlar tarafından neden sevildiğini de anlayabiliriz. Serdar Turgut ile arasındaki çatışmayı da gündeme getirmesi ondan bile vazgeçemediğini göstermektedir. İnsanın röportajında sevmediği bir kişinin adından bahsetmesi çok anlamlı gelmemekte ancak zaman okurlarına adaya (ya da zor duruma) düşmedikçe Serdar Turgut okumayın mesajı vermektedir. Yazıları en çok forward edilen yazarlardansınız. Forward’ların melankolik efendisi olmak ve kadınlar tarafından okunmak nasıl bir duygu verir insana? (Gülümsüyor) Sonuçta insanlarda duygudaşlık yaratmak için yazıyoruz. Sanal tarikata dönüşmemesi kaydıyla insanların bunu başkalarıyla paylaşmasında sorun yok. Ama bunu sadece kadınlar yapar yaklaşımını yazarlık açısından sınırlayıcı bulurum. Maço olmamaya çalışan bir yazarım, maçolardan da hiç hazzetmem. Çünkü kadınlar içinde büyüdüm. Aile, halalar, teyzeler, hala-teyze kızları... Gezmeler, içmeler, kaplıcalar filan... (Gülüşmeler) Dolayısıyla kadın tabiatına yatkın olduğumu düşünüyorum.

İlk cümle Can Dürndar’ın yazılarının neden yazıldığını açıklıyor. Duygudaşlık yaratmak önemli yazar için, ancak yorumlamak, farklı bakış açılarının aktarılması ve gazeteci olarak bilgi aktarılmasının o kadar önemli olmadığı da anlaşılmaktadır. Sevilen ve yalnız kalmak istemeyen yazar, Can Dündar gibi yazar. Maçolardan hazzetmeyen birinin maço olmamaya çalışması önemli bir karışıklık içeriyor. Maçolardan hazzetmeyen birinin zaten maço olmaması gerekmez mi? E-postamıza neredeyse her gün bir yazınız düşünce, imzanızın ‘Fwd: Can Dündar’ olduğunu düşünüyor insan. Her gün birinin yazısının size gelmesi bir gıcıklığa yol açmaz mı? Buna hak vermemek mümkün mü? Bana da kalpli, çiçekli yazılar geldiği zaman siliyorum.İnternet ile başım dertte. Sinir bozucu, tehlikeli bir şey, o kaos ortamında yazılarım çarpıtılmış, kısaltılmış olarak ya da başkasının imzası ile geziyor. Yayılan bir yalanı toparlamanın imkanı yok. Bu yüzden şimdi web sitesi yaptırıyorum.

Röportajı soru soranı haklı gören cümlesinden sonra Can Dündar, kendi mesajlarına ne yapılması gerektiğini bize gösteriyor. Silmek gerek. Ama internete yaklaşımı özgürlüklere bakışını da gösteriyor. Sinir bozucu, tehlikeli, kaos ortamı olarak görülen internette web sitesi yaptırmanın zorunluluk omasından kaynaklandığı da oldukça hazin bir durum. İnternetçi olmamaya çalışıyorum ve internetten hazzetmem cümlesi de maço cümlesi ile aynı yapıda aslında.

Arkadaşına Can Dündar yazılarıyla birlikte kedi, kalp resimleri göndermeye başlayan biri orta yaşı geçmiş midir? (Gülüyor) Bizim gençliğimizde hazır şablon aşk mektubu vardı. Ben de bazen onu hissediyorum, bir tür hislere tercüman olma hali. Ama başka tercüme bürolarının da olduğunu düşünüyorum. (Gülüşmeler) Tek bir dile tercüme edilmek rahatsızlık verici.

Can Dündar’ın gençliğinde hazır şablon aşk mektuplarından ne kadar etkilendiği de anlaşılıyor. Yazılarının duygudaşlık yaratmak olduğunu daha önce ifade eden Can Dündar, şimdide hislere tercüman olduğunu da söylüyor. Böylece yazdıklarının kendi hissettikleri olmadığını karnında hissettiği aşk’tan kaynaklandığını da ifade edebiliriz. Başka Tercüme büroları da Haşmet Babaoğlu ve benzerleri demek istiyor olabilir. Kendini konumlandırması bu anlamda iyi sayılabilir. Telif ücretini oğlumla birlikte yedik cümlesi de karnında hissettiği şeyin telif ücreti olması ihtimalini arttırıyor. Aşk= Telif ücreti=para eşitliği kurulabilir.

Eşiniz de yazılarınızı forward eder mi? Yok öyle bir şey yapmaz. O tür yazılarımı sevdiği kanısında değilim, çok takdir ettiğini düşünmüyorum. Eşim daha ciddi şeyler okur. (Gülüşmeler) Onun okudukları ile kendi yazdıklarımı kıyaslayınca mahcup oluyorum.

 

Eşinin yazılarını sevip sevmediği konusunda bile emin olamayan Can Dündar, kendi yazdıkları hakkında “mahcup” olduğu bilgisini aktarmaktadır. Karısının okuduklarını daha değerli en azından kendi yazdıklarından daha değerli bulduğunu da kendisinin söylemesi daha da ilginç sayılabilir. Serdar Turgut, ‘Kötü kalpli olduğum için Can Dündar’ın yazılarını okuyamıyorum.’ diyor. İyi kalplilerin yazarı mısınız? Bu, kötülere özgü bir özelliktir belki. Beni Serdar Turgut’un diline düşürenler kahrolsun. İnternet bir süre sonra hataları düzeltmeye çalıştığım bir yere dönüştü.

İnternet hakkında düşüncelerini bir kez daha öğrendiğimiz Can Dündar, kendisini Serdar Turgut’un diline düşürenlerden nefret ettiğini de söylüyor “kahrolsun” ile. İleride bunun ne kadar önemli olduğunu göreceğiz. Varolanı yokmuş gibi saydığını da ancak bu nefret duygusundan kurtulamadığını da görmek şaşırtıcı olmayacaktır. Orta yaşını geçmiş bir baba olarak kendinizi eşinize mi, yoksa çocuğunuza mı yakın bulursunuz? Erkeklerin çocuk, çocukların da politikacı olduğunu düşünüyorum. Hangi çıkar çevresiyle ilişki kurabileceğini bilir çocuk. Erkeklerin çocuk olduğunu, hiç büyümediklerini düşünüyorum.

 

Aslında bu Cümleler Can Dündar’ın yapısını ele veriyor,

Erkek= Çocuk

Çocuk= Politikacı = (çıkar çevreleri ile ilişki)

Erkek= Çocuk

Böylece Can Dündar’ın neden çıkar çevreleri ile yakın ilişkileri olduğunu buradan net bir biçimde anlıyor.

Can Dündar= Çocuk

Can Dündar = Politikacı

Can Dündar= Çıkar Çevrelerine yoğunlaşma

Kendisini gazeteci olarak gören birisi açısından önemli bir tarif. Serdar Turgut Haklı olabilir mi?

Ama bir yazınızda da kadınların çocuk olduğunu savunuyordunuz? Ha o benim yazım değil mesela, internette dolaşıyor ama. Erkek ise şımarık ve oyuncu. Ben de evde çocuğum.

Kadınların çocuk olmadığını söyleyen Can Dündar şımarık ve oyuncu ile kedi tarifi yaptığınında farkında değil. Evde çocuk olması ise bir önceki cümley doğrular nitelikte. Show TV’nin anchorman’lik teklifini, haber saati oğlunuz Ege’nin banyo saatine denk geldiği için mi reddettiniz? Dillendirmeyi ayıp buluyorum. Dışarıdan anchorman’lik çok önemli görülebilir; ama benim için bir kanalda haber sunmak cazip değil. Teklif geldiği dönemde oğlum da olmuştu, oğlumun büyümesini görmek istedim. Ali Kırca’nın ya da Reha Muhtar’ın göremediğini düşünüyorum. Çocuğunuzun banyo halini bir daha yaşama şansınız yok, haber bültenini şimdi de sunabilirim. Çalışmak bizi en temel insani özelliklerimizden mahrum ediyorsa manası yok.

Bu cümlelerde ilginç tabii ki. Kanalda haber sunmanın cazip olmadığını söyledikten sonra, Ali Kırca ve Reha Muhtar’ın evlenmemesinin nedeninin haber sunmak olduğunu da söylemesi onları aşağılamak anlamına de gelebilir. Son cümle para kazanmanın insanı en temel özelliklerinden mahrum etmesinin manasız olduğunu söylemesi, “en” olmayan temel özelliklerden vazgeçilebileceğini de gösteriyor olabilir mi? Bunu kendisine sormak gerekiyor. Çalışmak başkalarını insani özelliklerden vazgeçirebiliyorsa kendisi de zaman zaman vazgeçiyor olabilir mi? İnsan sizi Ankara’ya da pek yakıştıramıyor, İstanbul’da yaşadığınızı sanıyor. İstanbul’la alıp veremediğiniz ne? İstanbul’u seven biriyim, orada yaşamak da isterim; ama çalışma koşullarını sevmiyorum. Biz Ankara’da yürürken sırtımızı duvara dayamak zorunda değiliz. Şehir büyüdükçe hançerler daha çok ışıldar. İstanbul’da yaşamak için hırs gerekir, benim o kadar hırsım yok. Hayat burada daha kolay; ama bir yazar için Ankara’da olmak eksikliktir. Hem buradaki huzuru hem de İstanbul’daki kaosu isteyen biriyim, hayatın her dakikasında debeleniyorum. Bunu kaybediş olarak görmeye başlarsanız daha çok acı veriyor.

Interneti sevmeyen Can Dündar’ın kararsızlığı veya karar verememesi çok net ve açık olarak görülüyor. Istanbul'u seven, İstanbul’un çalışma koşullarını sevmeyen biri. Yürürken sırtını duvara dayamak derken iş hayatından bahsediyor olsa gerektir. Istanbul’da hançerlerin ışıldaması, İstanbul’da iş hayatında insanların sırtından bıçaklandığı veya bıçaklanabileceği yönünde bir inanca sahip olduğunu gösteriyor. Hırslıyım ama İstanbul’da yaşayacak kadar hırslı değilim demesi de ilginç sayılabilir. Kararsızlık sonraki cümlelerde de ortaya çıkıyor. Ankara’da olmayı da eksiklik olarak gören kişi Istanbulu olduğu gibi Ankara’yı da aşağılamaktadır. Hayatın her dakikasında debelenmek ise kararsızlığın ne kadar derin olduğunda gösteriyor. Kaybediş olarak görerek acı çekmek ise aslında Ankara’da olmaması gerektiğini biliyor olmasından ama harekete geçemiyor olmasından kaynaklanmaktadır.

Can Dündar’ın saçları neden hep dağınık, pantolonları ütüsüz? 40 yıldır saçıma tarak değmiyor. El yordamıyla hallediyorum. (Gülüşmeler) Giyim kuşamla da alakam yok. Bir pantolonla bir ay gezdiğim olmuştur. O yüzden TV’ye uzağım. TV bana neyi giymem gerektiğini empoze eden bir alet. Fikir bazına gelmeden çelişiyoruz daha. Yetiştirilme hatası olduğu için evde ampul takamayacak kadar beceriksizim.

Sorulan soruya verilen cevaplar ilginç. Saça tarak değmemesi küçüklüğünde saçlarının zorla tarandığını gösteren bir delil olabilir. Bir pantolonla bir ay gezmek parasızlıktan olmasa gerektir. Pantolonun yıkanıp yıkanmadığı konusunda bilgi olmadığı için birşey söylenmesi mümkün değil ama yıkanmıyorsa pantolonun kokması normal sayılmalıdır. Saçlar ve pantolonlar üzerine sorulan soruya ampul konusundaki beceriksizlik ile ilgili cevap verilmesi de pek anlamlı görülmemektedir. Ancak önceki cümlelerde söylenenlerle bağlantılar kurulduğunda ailesini de yetiştirilme hatası yaptıkları için suçladığı anlaşılabilir.

Her başarılı erkeğin cüzdanında bir kadın mı vardır? Vardır, bende yüzde 100 var. Evlenmeden önce bütün kazandığımı çarçur eden bir adamdım. Eşim göçmen, neyim olduysa evlendikten sonra oldu.

Karındaki aşktan sonra Cüzdandaki eş sorusu röportajı yapan kişinin Can Dündar’ı tuzağa düşürmek isteğinden kaynaklanmakta ancak gazeteci Can Dündar bu tuzağa düşmektedir. Telif ücretini oğlu ile birlikte yiyen Can Dündar, para konusundaki genel davranışı anlatmakta ve evlendikten sonra eşinin kontroluna girdiğini de söylemektedir. Eşinin göçmen olduğunu söylemesi de pek anlamlı değildir. Eşim tutumludur veya benzer bir cümle söyleseydi daha anlamlı olabilirdi. Eşinin göçmen olduğunu söylemesi röportajla ilgili olmasa da karında taşınan aşk, cüzdandaki göçmen eş arasındaki bağlantılar daha da açıklayıcı hale gelmektedir. Hangi belgesel üzerine çalışıyorsunuz? Neşet Ertaş belgeseli montaj aşamasında. Mülkiye belgeselini bitirmek üzereyiz. Bu kadar Atatürk lafı edilen bir ülkede Atatürk belgeseli bile henüz yapılamadı. Said-i Nursi üzerine bir teklif var, ona da çalışıyoruz.

Atatürk Lafı kelimelerinin kullanılması Atatürk hakkında ne düşündüğünü de gösteriyor. Mustafa filmi ile de kendi zihnindeki değersizliği aktarmış durumda. Said’i Nursi belgeseli üzerinde çalışmanın da başladığını öğreniyoruz. Zaman gazetesinde röportajın yapılmasının nedeni de bu. Görüldüğü gibi röportajın yapıldığı tarihte Mustafa filminden bahsedilmemesi bu konuda bir düşüncesinin olmadığını da gösteriyor.

Röportajın sonrasında Said’i Nursi ile ilgili görüşlerini de öğreniyoruz. Bunlar Said’i Nursi’den etkilendiğini gösteriyor. Bunu da “Yazılarına kapandığın zaman da sizi çok ayrı dünyalara götürüyor.” cümlesi ile ifade ediyor. “Önümüzdeki yıl hazır olur biter” cümlesi de 2005 yılında yapılan röportaja göre belgeselin şu anda çoktan bitmiş olduğunu da göstermektedir. “Doğrusu, bunu yapmayı çok arzu ediyordum.” Cümlesi de Said'i Nursi belgeselinin daha önceden düşünüldüğünü ve tekliflere açık olduğunun da bir göstergesi sayılabilir.

Sizin belgeseliniz çekilse neyi merak ederdiniz? 100 yıl öncesi ile 100 yıl sonrası arasında nereye oturduğumu bilmek isterdim.

Can Dündar bu cevabı ile zihinsel karışıklığını da göstermektedir. 100 yıl öncesi ve 100 yıl sonrası ifadesi kendisinin en az iki yüzyıl hatırlanmak istediğini göstermekte “ebedi” olmanın kendisi için önemini göstermektedir. Bunu kitaplarından gördüğümüz kadarı ile Fetullah Gülen de istemektedir. Ancak bunu bir yorum olarak şimdiden söyleyebiliriz. Belgesel şu cümlelerle başlar ve biterdi. Türkiye’nin en çok okunan gazetecilerinden biriydi. Belgeselciydi. Mustafa filmini yaptı ve bu kendisinin sonu oldu ve adasında hapis kalmaya devam etti. Aşkı kanguru gibi cebinde taşıyan kişi Para harcamayı çok severdi. Oğlunun telif parasını bile harcadı. Ancak cüzdanındaki göçmen eşi sayesinde birşeylere sahip oldu. Zira yuvayı dişi kuş yapardı belgeselin son cümlesi olabilirdi. Belgesel sinema filmi çekmek istemez miydiniz? (Gülüyor) Büyük bütçelerle çalışmadık, kendime açtığım alanda bir şeyler yapıyorum. Sinemanın düş gücü beni çok çekmeye başladı. Bu alanda bir şey yapmayı arzu ediyorum. Konusu yine insanlar ve tarih olur sanırım.

Bu cümleler Mustafa filminin neden çekildiğini de anlatıyor. Said’i Nursi belgeselini bitirmiş olması gereken kişi, bu belgesel yayınlandığında laiklerin kendisinden uzaklaşacağını düşündüğü için Mustafa filmini yapmaya karar verir. Ortam müsaittir ve belgeler kendi kullanımına açılabilir ve açılmıştır da. Mustafa filmi Sinema filmi çekmek konusundaki arzusu ve kendisine ayrılan büyük bütçe ile Mustafa filmini çekmesi farkında olmadan sinema kariyerinin başladığı gibi bitmesine de neden olacaktır. MHP’lilerden nefret eden birisi olarak MHP’nin belgeselini yapmak ister miydiniz? Elbette. Artık hayata tapınmalar ve nefretlerle bakmıyorum. Meseleye iyiler-kötüler diye bakarsanız belgeseli yapılacak az şey kalır. Sırtlanları yaparken ne yapacaksınız o zaman? (Gülüşmeler)

Beni Serdar Turgut’u diline düşürenler kahrolsun mesajı ile hayata karşı tapınmalar ve nefretlerle bakmıyorum cümlesi çelişmektedir. Değiştiğini de ifade eden Can Dündar, meseleye tarafsız yaklaşılması gerektiği gibi doğru bir cümle ifade etmektedir. Ancak Sırtlanları yaparken ile başlayan cümle kendisinin National Geographic belgeselcisi gibi gördüğünü de ifade etmektedir. Oysa kendi yaptığı yazdığı konuştuğu belgeseller tarih ve insan üzerinedir. Bunun farkının ne olduğunu bilememektedir. Ya da yaptığı belgeseller içinde sırtlana benzeyen insanların da olduğunu söylüyor olabilir. Bu tarife uygun kişinin ne olduğunu kendisi bilebilir.

Yukarıda incelenen röportaj Bir Can Dündar belgeselidir. Farkında olmadan kendisi hakkında çok önemli bilgiler aktarmaktadır. Mustafa filmini çekerken Said’i Nursi ve yaşadıklarından etkilenmesi ve Mustafa Kemal ve Said’i Nursi arasındaki ilişkilerde Said’i Nursi’yi haklı görmesinden dolayı ortaya çıkan kızgınlığını ifade etmiş olabilir. Bu sonra yayınlanacak olan Said’i Nursi belgeselinin de etkisini arttıracaktır. Mustafa Kemal'e bu şekilde bakan birisi Said’i Nursi’yi nasıl görmektedir şeklinde bir merak uyanacak ve aşkı karnında taşıyan kanguru zıplayarak dolaşmaya devam edecektir. Cengiz Eren

 

TOP