Derya Sazak Olmak, Hülya Okur röportaj incelemesi
- Son Güncelleme: Cuma, 25 Mayıs 2018 16:33
- Cengiz Eren tarafından yazıldı.
- Gösterim: 7965
(Derya Sazak ve Hülya Okur. Fotoğraf haberx.com sitesinden alınmıştır.)
Röportajlar çok şey anlatır. Röportajı yapan kişi sorar, röportaj yapılan ise anlatır. Aralarındaki ilişki samimi ise, aktarılan çok sayıda bilgi konuşan kişinin zihninden röportajın içine akar. Sorulan sorular röportajcının ne düşündüğünü anlatırken, anlatılanlar farkında olmadan kişinin zihinsel yapısı ve yaşadığı süreçler hakkında bilgi verir. Bu belki bir kelimedir, bir cümledir, ya da bir paragraftır. Röportajın linki http://www.haberx.com/derya_sazak_turkiyede_alcaklik_cok(17,n,10520490,304).aspx Hülya Okur Haberx sitesinde röportajları yayınlanan bir yazar. Güzel sorular sorarak uzun röportajlar yayınlıyor. Benim de dikkatimi çeken röportajları var. Hüseyin Hatemi ile yaptığı röportajda, Hatemi'nin zihinsel süreçleri ve dine bakışını çok ilginç şekilde aktarmıştı.
Bu yazımızın konusu ise; Derya Sazak ile yaptığı röportaj. Derya Sazak; gazeteciliğe üniversite yıllarında başlamış ve sonra Milliyet Gazetesi Yayın Yönetmenliği yapmış, şimdilerde ise Milliyet'te köşe yazıları, televizyonda moderatörlük yaptığı programı yayınlanıyor. Bu arada Milliyet gazetesinin eski Genel Yayın Yönetmenlerinden oluşan bir köşe yazarı ordusu var. Eski Genel Yayın yönetmenlerini ne yaparlar? sorusuna, köşe yazarı yaparlar cevabı verilebilir.
Derya Sazak neden gazeteci oldu? Bu sorunun cevabı röportajın içinde var, fakat bundan ne soruyu soran Hülya Okur’un, ne de Derya Sazak'ın haberi yok.
“Biraz sokak kültürü; ilkokul, ortaokul, arkadaşlıklar, arsalarda futbol oynamak, sinema önlerinde kitap satmak…böyle şeyler. Siyasi olarak dedem ile birlikte akşamları o zaman radyoda meclis saatini dinlediğimizi hatırlıyorum, bizim evde öyle bir radyo kültürü vardı yani 13:00 bülteni, akşam haberleri ve dedemin dinlediği meclis saati falan. 60’ların ortasına doğru…”
Bu cümleler, Derya Sazak'ın kaderini de belirleyen durumların neler olduğunu anlatıyor, farkında olmadan. ‘Sinema önlerinde kitap satmak’ önemli. Kitabın dolayısı ile yazının para kazandırabilecek olduğunu görmesini sağlıyor. Kendi harçlığını buradan çıkarması, yazı ile hayatını kazanması yolunda attığı ilk adım. Ancak kendisinin daha sonra önce gazeteci, sonra da televizyoncu olmasını sağlayan tam olarak bu değil.
Dedesi ile birlikte dinlenen radyo, kendi hayatı için belirleyici bir noktayı oluşturuyor. Kendisi konuya katılmak istese de, yeterli bilgiye sahip olmadığı için konuşması mümkün değil. Dede ise “Meclis saati” programını dikkatle dinliyor. Bu noktada Derya Sazak'ın tek isteği ise, dedesinin kendisini dinlemesi. Bunu sağlayacak tek yer ise, radyoda konuşan kişi olması. Böylece Derya Sazak radyonun içinde olmayı hayal ediyor. Politika ile ilgilenmesinin başlangıç nedeni. Tabii Meclis saatini dinleyen bir kişinin okuduğu gazeteler ve takip ettiği, üzerinde konuştuğu köşe yazarları da olmalı. Dede köşe yazarlarının yazdıkları hakkında konuştukça ve “Şu güzel yazmış dedikçe “ Derya Sazak'ın geleceği ve belki de kaderi belirleniyor. Söyleşi de bu detay yok ama yukarıda yazıldığı şekilde gerçekleşmesi büyük bir olasılık. Bunu sadece Derya Sazak bilebilir. Hülya Okur;”Dedeniz hangi gazeteleri okurdu?” diye sorsaydı, çok belirleyici ve çok daha güzel olurdu.
Bu gün baktığımızda Derya Sazak; gazeteci, köşe yazarı ve televizyoncu. Farkında olmadan. Belki bugün yaptıklarını ve konuştuklarını ve yazdıklarını dedesinin görmesini çok isterdi. Çünkü kendisinin dedesinin dinlediği ve okuduğu kişilerden çok daha ileri noktalara gittiğini söyleyebiliriz.
Tabii Derya Sazak'ın gazete içinde şu anda hem “akil” adam ve hem de “ombudsman” olarak yer alması da bunu gösteriyor olabilir. Ombudsman, gazete içindeki “akil dede” de sayılabilir. Röportaj içinde Derya Sazak'ın inançları hakkında çok zengin bilgiler de var. AYÖD'de çalışan bir arkadaşının sokak üzerindeki cesedini görmesi değişiminin önemli noktalarından biri. Bu onun sosyal ve ideolojik ortamdan uzaklaşmasını ve gazetede çalışmaya başlamasını sağlıyor. Derya Sazak, çatışmadan uzak duracak ancak yazıları ile, insanlarla yüz yüze gelmeden, hareket ortaya çıkarmaya çalışacaktır. Kendisi hareket etmeyecek , başkalarının hareket etmesini isteyecek, hareket etmeyenleri de suçlayacaktır.
Abdi İpekçi ve özellikle Çetin Emeç'in öldürülmesi de yukarıdaki etkinin biraz daha artmasını, sivri söylemler noktasından merkeze doğru hareket ettiğini gösteren bir veri sayılabilir. Genel Yayın Yönetmenliği incelenirse bunu kolaylıkla görebiliriz..“Her yaptığımız manşet haber, konu olurdu. Ve Çetin Bey de sansasyonel başlık atmayı çok severdi” Genel Yayın Yönetmenliği
sırasında Milliyet'te sansasyonel manşet görmememiz belki de, yukarıdaki cümle yüzündendir.
Röportajın manşeti ise “Türkiye'de alçaklık çok” Derya Sazak'ın Türkiye hakkında düşündüklerini gösteriyor. Hâlbuki şöyle söylense daha farklı anlaşılabilirdi: “Türkiye'de alçak insan çok”. Ama farkında olmadan yukarıdaki cümle Türkiye hakkındaki düşüncelerini gösteriyor.
“KAVGAYI SEVERİM”, “UZLAŞMACI BİR TİP DEĞİLİMDİR” cümlesi ise bunun sadece haber içeriğinde olan yapıyı bize anlatmalıdır. Köşesinden otorite ile kavga edebilir ama bu kavgada bile karşı tarafın canının çok fazla acıtmak istemeyecektir. Ancak bunu yüzyüze olduğu durumlarda kesin olarak yapamayacak ve hatta arkadaşının cesedini gördüğü anda olduğu kadar donup kalacaktır.,
Derya Sazak Milliyet Gazetesinde yayınlanan ve Milliyet gazetesine en çok zarar verdiğini düşündüğüm Fetullah Gülen röportajı hakkında Genel Yayın Yönetmeni Mehmet Y. Yılmaz'da yayınlanmadan önce, herhangi bir tepki göstermiş midir? bilinmez. Ancak bugün Milliyet gazetesi onca çaba ve emeğe rağmen, bu ve benzeri etkilerden sebebi ile bir türlü tiraj alamamaktadır. Bunun sebebi ise iki genel yayın yönetmeninin katledilmesinin, gazetede bu dönemi bilen gazeteci ve eski Genel Yayın Yönetmenlerinin zihninde yerleşen " Ben zarar görmeyeyim" düşüncesi ve bunun sonucunda ortaya çıkan “otosansür” dür. Böyle bir sonuç gazetedeki kişilerin ve dolayısı ile Milliyet Gazetesi'nin tavır göstermesini engelleyecek, tavır göstermeyen bir gazete ise zaman içinde okur kaybetmeye devam etmiştir. Yüksek eğitim gören, demokratik hukuk devletine bağlı olan okurlar, Milliyet'i okumamaya başlamış, okur sayısı giderek düşmüştür. Can Dündar'ın çevirdiği Mustafa filmi ile de bu çekilmenin son noktasıdır.. Geri dönüş olabilmesi için hem gazetede hem de çalışanların tavırsızlıktan vazgeçmesi gerekmektedir. Bu tavır eksikliğinin Doğan Yayın Holding'e verilen cezalarla hiçbir ilgisi olmadığı da farkedilmelidir.
Bir Röportajdan yola çıkılarak hazırlanan bu yazıya benzer yazılarımız devam edecek. Sitemizden takip edebilirsiniz.