Elif Şafak İskender romanı Ayşe Arman röportajı
- Kategori: Yazılar Yorumlar
- Son Güncelleme: Cuma, 25 Mayıs 2018 16:30
- Cengiz Eren tarafından yazıldı.
- Gösterim: 7736
Elif Şafak ve İskender
Elif Şafak,İskender romanı için Ayşe Arman'la bir röportaj yapmış. Bu röportajda önemli bilgiler var yine. Bu sefer hiç bir yorum yapmadan bu röportaja ait cümleler yorumsuz olarak sorusuz bir metin halinde dikkatinize sunuluyor. Burada sadece bir küçük yorum yapılabilir. İngilizce yazılan İskender, bir başkası tarafından Türkçe'ye çevriliyor ve sonra da yazar tarafından yeniden yazılıyor. Bu noktada şu söylenebilir. Yazar tercüme edilen kitabını yeniden yazıyorsa, "customised" bir kitap ortaya çıkıyor demektir. Böylece bu yazı ile Elif Şafak'ın Politics of Fiction konuşmasında söylediği üçlemelere uygun hale geliyor yazılan 3 yazı. Bu üç yazı için "Elif Shafak's Trilogy" diyebiliriz..
Söyledikleri
- Aslında uzun zamandır aklımın bir köşesinde minik minik pişiyordu. Tabii ailesiz büyümemin de etkisi var. Ama esas olarak sevdiklerimizi kırmak üzerine bir roman. En çok sevdiklerimiz, en çok incittiklerimiz aslında. Ben de boşanmış bir ailenin çocuğuyum. Boşanmayı hiçbir zaman ayıp, tu kaka bir şey gibi görmedim.
- Kurtulmamız mümkün değil demiyorum. Ama birçok hüsranın, hüzünün ailede başladığını düşünüyorum. O yaralar, içten içe kanamaya devam ediyor, bir ömür boyu taşıyoruz onları. Bu da bir yanıyla çok kötü bir şey değil çünkü o yaralarla ilerlemek de mümkün ama onlara saplanıp kalmak da. Mümkün olmayan tek şey, hiçbir şey olmamış gibi yaşamak. Bence kadın ve anne olmak sürekli suçluluk duymak demek. Kendimi irdelemeyi, deşmeyi severim. Mümkün olduğu kadar ikisine de aynı oyuncakları almak, giysilerinde renk ayrımı yapmamak.
- Doğru, biz başkalarının ne dediğini gereğinden fazla önemsiyoruz. . Bence Türkiye’de ‘Başkaları ne der?’ sorusu, özellikle kadınların aleyhine çalışıyor. . Neticede ciddi problemleri olan, etrafına zarar veren bir karakter. Ama yazarken kendimi onun yerine koymaya başladım. Ne zaman ki onun ismini buluyorum, ondan sonra karakter ete kemiğe bürünmeye başlıyor.
- Evet. Bittiği noktada da, çok iyi bir çevirmenle çalıştım. Omca Korugan, aynı zamanda akademisyen, müthiş emeği var. O çevirdikten sonra aldım, taa en başından sonuna kadar tekrar yoğurdum. İkisi de hazır, ikisi de gözümde orijinal. Ama bunu ‘Araf’ta yaptım, ‘Baba ve Piç’te yaptım, ‘Aşk’ta yaptım, bu kitapta da… İskender, o yüzden bir yanıyla zalim, bir yanıyla mazlum, bir yanıyla özne, bir yanıyla nesne.
- Bence biz, aşkı ve sevgiyi mülkiyetçilikle karıştırıyoruz. O ‘ben’ vurgusu o kadar güçlü ki, ‘benim karım’, ‘benim kocam’… Ayrılsa bile kendine ait görmeye devam ediyor. Onu ayrı bağımsız bir birey olarak algılayamıyor. En büyük sınavı burada verdiğimizi düşünüyorum. Hepimiz veriyoruz aslında. Farklı derecelerde. Aşkın başladığı yerde, o ‘ben’ vurgusunun azalması lazım. Ne kadar Karakterlerimizi yansıtıyoruz ilişkilerimize. - Özgürlüğüne düşkün bir aşığım.
- (Gülüyor.) Hem kendimin hem karşımdakinin özgürlüğüne düşkünüm… - Ama iki aşkım var. İki başlı. Aynı zamanda edebiyata da aşığım. O da benim daimi evliliğim. - Evet hakikaten zor. Çünkü yarı buradasın yarı değilsin.
- Ayda iki kez geldi, gitti.
Roman öyle bir şey ki, kesersem o akışı, mesela bir gün yazmasam, bir hafta toparlayamam. Küsüyor. - Çoğu zaman oluyor. Birçok şeyden feragat ediyorum. Sosyalleşmiyorum, sokağa çıkmıyorum, birçok şeyi atlıyorum ama çocuklara çok zaman ayırıyorum, oradan feragat etmedim.
Ama böyle yazıp arkasına dilediğin dedikoduyu döşesen yeter. Türkiye’de bu var ne yazık ki, sen ortaya bir şey at, sonra adı geçen insanlar oturup temizlesinler. Ben bunu temizlemeyeceğim!
“Kadın, özgürlüğünün peşinden giderse olacağı budur” diye düşünüyorlar. Öyle insanlar tanıyorum ki, kıt kanaat imkanlarla yaşıyorlar, ağızlarından tek habis bir laf çıkmıyor ama öyle insanlar tanıyorum ki, inanılmaz imkânları, nüfuzları var, sürekli başkalarının aleyhine konuşuyorlar.
- Yazarken hikayeye duyduğum özlem o kadar rehber oluyor ki, o anda, “Böyle yaparsam filanca ne der, falanca ne söyler”i düşünmüyorum. - Tabii. Sanatım, edebiyatım ne istiyorsa, ne yöne akıyorsa, onu takip ederim. Gerçi tasavvufu, yüzde 100 hayatıma geçirebildim diye bir iddiam yok. Ama kendimce bu literatürü, bu kültürü önemsiyorum ve çok saygı duyuyorum. Saygı duyduğum için de, ertesi gün dedikodu yapamam. Sevdiğim insanla kendi hukukum. O da dürüstlük ve sadakat üzerinden tanımlanan bir şey. Kimin ne dediği önemli değil. Çünkü aldatmanın da binlerce yolu var.
Edebiyatla onu aldatmıyorum!
- Bu, benim için yaman bir çelişki. Beni zorlayan bir çelişki. Çünkü eş olduğun zaman, bir yere yerleşebilmen lazım. Bir ev düzeni filan kurman lazım. Sonra, tabii ki sevdiğim insanın devamlı yanında olmak istiyorum. Ama bir yanım da, gidebilmek istiyor. Bu iki sesi dengelemek hakikaten zorlandığım bir şey. Sana şunu desem doğru olmaz yani: Çözdüm bitirdim. Hayır, çözemedim! Ama bir konuda dikkat ediyorum, samimiyim, rol yapmıyorum.
Sürekli duyuyorsun. Zaten bence, kadın ve anne olmak sürekli suçluluk duymak demek.
Ayşe Arman Elif Şafak Röportajı İskender
Zaman Gazetesi 18 Nisan 2009 tarihli Köşe yazısında Elif Şafak şöyle yazar.
"Anlamadığı halde, anladığını düşünüyorum. Sezgileriyle. Bazen insan "bittiği" için değil, sırf "gittiği" için ayrılır. Gidebilmek ister. Uzak sulara yelken açmak. Yeni bir gazetede bambaşka okurlarla buluşmak. Bir edebiyatçı için önemlidir bu. Zihnen ve ruhen göçebe olmak. Bir limana demir atmamak. Önyargısız bir şekilde her daim yolculuk yapmak, algılarını açık tutmak. Tazelenmek, demlenmek, yenilenmek... Göç etmek. "Oldum" zannetmemek. Hep öğrenci kalmak hayatta, her adımda öğrenmeye devam etmek, devamlı bir oluş halinde... Bazen ayrılmak, "terk etmek" demek değildir."
Üç yazıda anlatmaya çalıştığımız dışarısının içerisi haline dönüşmesini ve terkedilmemek için terketmek zorunda olduğunu gerçekten düşündüğümüzden güzel şekilde anlatıyor. Öğrenci kalmak yerine "öğrenici" kelimesini kullansaydı daha güzel olabilirdi.
Cengiz Eren
NLP Uzmanı ve Eğitmeni
http://www.erenlp.com