Orhan Pamuk Nobel Konuşması "Babamın Bavulu"
- Son Güncelleme: Salı, 29 Mayıs 2018 15:25
- Cengiz Eren tarafından yazıldı.
- Gösterim: 11547
Orhan Pamuk Nobel Konuşması
Orhan Pamuk Nobel Ödülü almadan önce yaptığı konuşmasında hem kendisi ve hem de yazarlığı hakkında önemli bilgileri aktardı, farkında olmadan. Belki de farkındaydı. Ancak yazdıklarının ne anlama geldiğini dikkatli olarak incelemek gerekiyor. Bu yazının nasıl sonlanacağını ilk cümleleri yazarken ben de bilmiyorum ama önemli verilere ulaşabileceğiz, Nobel’li bir yazar hakkında. Bu yazı 2006 yılında yazılmıştı. Üzerinden yıllar, yıllar geçti. Ancak Nobel ödülü kazandığı halde kendi toplumunda değerini bulamayan tek yazardı, Orhan Pamuk. Babamın bavulu konuşması içinde tek bir kelime "anne" olmaması ise, şimdi daha çok ilgimi çekiyor. Okuduğunuzda farkedebilirsiniz.
Babasının kendisine getirdiği bavul içeriğinde Orhan Pamuk bir anlamda hem kendisini, hem babasını, hem yazarlığını, hem de yaşadığı toplumu sorgulamakta, önemli veriler ve gözlemlerini de aktarmaktadır. Yazarlığının çok farklı karşıtlık içeren ve çelişkili duygusal durumları yaşamasından, bu duygusal durumlardan birinden diğerine kolay ve hızlı geçmesinden ve yaşadığı duygularını derin bir yanlızlık içinde dolmakalemle kağıda dökebildiği için Nobel’li bir yazar olabildiğini de anlamaktayız.
Zaten hayat boşluklar ve boşlukların doldurulması için yapılan davranışlar şeklinde geçmektedir, hemen hemen herkes için. Orhan Pamuk kendi boşluklarını yazar olarak doldurmaya çalışmış ve eserleri ile bu boşlukları doldurduğunu düşünmektedir. Doldurmuş mudur? Bunu kendisinden başka hiç kimse bilemeyecektir ama tarihe geçmiştir. Ancak Babamın bavulu konuşmasında boşluklarının neler olduğunu bize çok detaylı biçimde aktarmaktadır.
BABAMIN BAVULU... (Nobel Ödülü konuşmasından) Her zamanki şakacı, alaycı havasını takınarak, kendisinden sonra, yani ölümünden sonra onları okumamı istediğini söyleyiverdi.
"hayatı daha hafiften alan, şakacı, alaycı kimliklerimize geri dönerek rahatladık.
Bu iki cümlede baba-oğul davranışlarının benzer olduğunu da anlayabilmekteyiz. Hayatı hafiften alan, şakacı, alaycı kimliklerimize geri döndük cümlesi bu benzerliğin çok boyutlu olduğunu da göstermektedir. Bilgi aktarımı ise hayatı hafiften alan duygusal, şakacı işitsel, alaycı görsel temsil sistemlerimize bilgi aktarımını sağlamaktadır.
Babamın çoğu başarısızlıkla sonuçlanan işlerinden, çok da fazla kederlenmeden, söz ettik.
Babasının başarısız olduğunu ve bundan çok fazla kederlenmeden sözedilmesi hem kendisinin ve hem de babasının bu başarısızlıklara üzüldüğünü de göstermekte ancak belli edilmemeye çalışılmaktadır. Böylece Orhan Pamuk’un babası gibi başarısız olmak istemediğini de anlamaktayız. Bu nokta yazarlığında en önemli motivasyon noktası olarak görülmelidir. Babası gibi olmamak Orhan Pamuk için önemlidir.
yabancı ülke kokusundan hoşlandığımı hatırlıyordum.
Bavulun içindeki yabancı ülke kokusu ise önemli bir metafor ve Orhan Pamuk’un sonraki dönemlerde yurt dışında yaşama isteğinin nedenini de açıklamaktadır. Ancak bavul içinde daha çok babasının eşyaları olduğundan babasının kokusu bavula daha fazla sinmiş olmalıdır. Belki babasını özlediğini de bu şekilde ifade etmeye çalışmaktadır. Asıl korkum, bilmek, öğrenmek bile istemediğim asıl şey ise babamın iyi bir yazar olması ihtimaliydi.
Nabasının iyi bir yazar olması ihtimalinin onu neden korkuttuğunu açıklamasa da başka korkuları olduğunu da öğrenmekteyiz. Asıl korku varsa daha sonraki sırada baba ile çatışma, babayı kaybetme ve benzeri korkuların olabileceğini ifade edebiliriz. Boşluklardan bir kısmı yazarlıkla başka kısımları ise korkularla doldurulmaktadır.
Çünkü ben o ilerlemiş yaşımda bile babamın yalnızca babam olmasını istiyordum; yazar olmasını değil.
Babasının baba olarak kalmasını isterken farkında olmadan Nobel’li bir yazar olarak kızının üzerinde farkında olmadan çok önemli bir etki ve güçlü bir sınır yaratabileceğini de ifade etmektedir.Bunun farkında değildir. Kızı bir gün kendisine “ ben senin babam olmanı isterdim, Nobel ödüllü yazar değil” derse hissedeceği duygular ve daha doğrusu acılar, birkaç yeni romana temel teşkil edebilecek zenginlikte olacaktır.
Benim için yazar olmak, insanın içinde gizli ikinci kişiyi, o kişiyi yapan alemi sabırla yıllarca uğraşarak keşfetmesidir:
Önemli bir cümle daha. Bu cümlede Orhan Pamuk kendisinde varolan ayrışmayı da ifade etmektedir. Biri kendisi ve bir de içindeki gizli kişi olduğunu söylerken bir başka nokta da açığı çıkmaktadır. Bir tarafı zihninde düşündüklerini kağıda geçirmekte, diğer tarafı ise o duyguları yaşamakta ve kağıda aktarılanlar bu duygular olmaktadır. Bu tarafını Orhan Pamuk kimseye göstermemekte, göstermek istememekte ve bu yüzden ileride görebileceğimiz gibi yalnızlığı önemseyerek benimsemektedir. özellikle yazı yazdığı anlarda.
Biz yazarların taşları kelimelerdir.
Biz yazarların derken belki de “Nobel’li” yazarları kastetmekte ve taşların daha açıkçası savunma araçlarının kelimeler olduğu ifade edilmektedir. Böylece kalem kılıçtan üstündür cümlesine farklı bir açılım getirmekte, kelimeler kalemden güçlüdür demek istenmektedir.
Benim için yazarlığın sırrı, nereden geleceği hiç belli olmayan ilhamda değil, inat ve sabırdadır. Yazarlığının sırrının inat ve sabırda olduğunu ifade ederken farkında olmadan çok katlı duygular yaşadığını ve bu duyguların daha çok kendisine acı çektirmek yönünde olduğunu vurgulamaktadır. Tabii bu duyguların “ süreklilik” arzetmesi yazarlığının da gelişmesini sağlamıştır. Nereden geleceği belli olmayan ilham kelimeleri ise geliştirilmiş yeteneğin daha önemli olduğunu da vurgulamaktadır.
arkadaşları, kalabalıkları, salonları, şakaları, cemaate karışmayı sevdiğini biliyordum.
Babasının neleri sevdiğini ifade ederken babasının yaşama biçimini kendisini sevmediğini de vurgulamaktadır. Yukarıda yapılan Babası gibi olmamak bu cümlelerle bir kez daha desteklenmektedir. Ancak Nobel ödülü aldığı haberini aldıktam sonra gerekenden daha fazla olarak “cemaate” karışmıştır. Burada cemiyet yerine “cemaat” kelimesinin kullanılmasının da anlamlı olduğunu ve bir “sır” taşıdığını da söyleyebiliriz.
Şimdi yıllar sonra bu huzursuzluğun insanı yazar yapan temel dürtülerden biri olduğunu biliyorum. Yazar olmak için, sabır ve çileden önce içimizde kalabalıktan, cemaatten, günlük sıradan hayattan, herkesin yaşadığı şeylerden kaçıp bir odaya kapanma dürtüsü olmalıdır.
Bir şeyler yaratabilmek için huzursuzluk olması gerektiğini babasının tam tersi bir davranış biçiminde olduğunu yeniden ve yeniden ifade etmektedir. Sıradanlıktan uzak olmak, odaya kapanmak sıradan olmayan şeyler yaratmak için bir zorunluluk olarak görülmektedir, Orhan Pamuk’un zihninde. Bunlar ise yazar olabilmek için kendi yaptığı seçimlerdir diye düşünülmelidir.
Belki de en çok bu yüzden babama yazarlığı benim kadar ciddiye almadığı için kızıyordum.
Yukarıda ki cümlelerde babasının yazar olma ihtimalinden korktuğunu söylediği halde bu cümlede babasının yazarlığı ciddiye almamasına kızdığını ifade etmesi yaşadığı bir başka çelişkiyi de çok net olarak göstermektedir. Kendisi gibi ciddiye alsa babası yazar olabilecektir ama yazar baba istememektedir. Babasına başka kızdığı konular var mıdır? Bu da belli değildir.
Benim için yazar olmak demek, içimizde taşıdığımız, en fazla taşıdığımızı biraz bildiğimiz gizli yaralarımızın üzerinde durmak, onları sabırla keşfetmek, tanımak, iyice ortaya çıkarmak ve bu yaraları ve acıları yazımızın ve kimliğimizin bilinçle sahiplendiğimiz bir parçası haline getirmektir.
Yazarlığını yeniden tarif ederken yazar olabilmek için acı çekmek gerektiğini söylemekte ve daha önce ifade ettiği ayrışmanın da etkisi ile yazarlığın gelişebileceği anlatılmaktadır. Konuşmanın bütününde yaşanan duygular ifade edildiği halde “gizli yaraların da” olması yazarlığını biraz daha geliştirmektedir, kendisine göre. Gizli yaralarda acıların varolduğu söylenebilir. Bütün bunlar Orhan Pamuk için doğru olabilir ama bir başka yazar için doğru olup olmadığını bilmek mümkün değildir.
Herkesin bildiği ama bildiğini bilmediği şeylerden söz etmektir yazarlık.
Yazarlığın bir başka tarifinde ise herkesin bildiği ama bildiğini bilmediğini şeylerden sözetmek olduğunu ifade ederken, kendi acılarına ilave olarak kişilerin farkında olmadan yaşadığı acıların da bunlara ilave edilerek yazıldığını da anlamaktayız. Siz ne yaşadığınızı bilmiyorsunuz ben size bunları siz fark ettiriyorum mesajı acılı sürecin yatay ve düşey eksenlerde daha da yoğunlaşmasını sağlamaktadır. Ermenilerle ilgili olarak söylediği cümle ve radikal çıkışları da bu cümleyi söyleyen bir zihinsel yapıdan kaynaklanmaktadır.
Evet, insanoğlunun birinci derdi hâlâ, mülksüzlük, yiyeceksizlik, evsizlik.
Gündelik hayat yaşayan insanların neleri istediğini ve dertlerinin neler olduğu ifade edilirken kendisinin bunlardan çok uzakta olduğunu da söylemektedir. Mülksüzlük, evsizlik kelimeleri birbirine benzer gibi görünse de mülksüzlüğün farklı bir anlam taşıdığı düşünülmektedir. Bu kelime sahip olunması gereken toprağa sahip olunamama anlamında ifade edilmiş olabilir.
Oysa, yazı yazmak için bizi yıllarca bir odaya kapatan şey tam tersi bir güvendir; kendimden ve babamın yazdıklarından biliyorum, kenarda olmanın, dışarıda kalmanın öfkesiyle yaralı, dertli bir iyimserliktir.
Bütün yazarların benzer davranış içinde olduğu tanımlanır gibi görünürken cümlenin sonrasında kendisi ve babası ile sınırlanmış olması artık babasını da bir yazar olarak kabul ettiğini de göstermektedir. Tabii bunun da bir çelişki olduğu ifade edilebilir. Odaya kapanmak ise evde başka insanların olduğu ve bu insanların giremediği bir odaya kapanıldığı da ifade edilmektedir. Kenarda olmak ve dışarda kalmak ise cemaatten kopuşu ifade ettiği gibi bunun acı verici bir durum olduğu ve acıların normalleştirilidiği ve dertli bir iyimserliğe dönüştürülmesi gerektiği da ifade edilmektedir. İyimserlik duygusu içinde bile acının var olduğu söylenebilir, Orhan Pamuk için.
Ya da Batılı gezginlerin güneyden gemiyle yaklaştıkları İstanbul'u sabah sisi aralanırken gördüklerinde hissettikleri şeylere benzer bu.
Yaşadığı dünyaya yabancılaşan, yalnızlaşan, odaya kapanan Orhan Pamuk yaşadığı dünyayı kendisinin yaşadığı dünya olarak görmemekte, yabancı ülkelerin kokusunu geçmişte nasıl algılamışsa, şimdi de yaşadığı ülkeye de yabancılaşarak aynı şekilde algılayabilmektedir. Ayrışmanın şiddetlenmesi yazarlığının gelişmesine de önemli katkılarda bulunmaktadır.
İçimden geldiği için yazıyorum! Hepinize, herkese çok çok kızdığım için yazıyorum.
Bu iki cümle neden yazdığını açıklarken yazma eylemi içinde da acı olduğu bir kez daha vurgulanmaktadır. Yukarıda anlatılan duygusal durumları kayda geçirmek için yazmak ve bunu sürekli olarak yapmak isteği ve herkese kızgınlıkla hız kazanması bu sistemetiğin yoğun şekilde yaşandığını göstermeketdir.
Ama o gün içimde utanç verici bir mutluluk kıpırtısı da dolaşmıştı, hatırlıyorum.
Utanç verici mutluluk tanımı mutluluğun bile acı taşıyabileceği yönünde bir anlam ifade etmektedir. Orhan Pamuk için acı bütün alanlara yayılmıştır ve yazarlığı çektiği acılarla bugüne kadar büyümüştür. Kendi kararı ile Nobel’i reddetseydi bana göre bundan da farklı bir acı çekeceği için lokal hayatı anlatan yazdığı eserlerine ilave olarak evrensel ölçüde etkili yeni eserler yazabilirdi diye düşünüyorum. Ama böyle olmamıştır. Bu sebepten Orhan Pamuk’un bu yeni döneminde ortaya çıkacak eserlerini dikkatle takip etmek gerekmektedir. Ya eskisinden daha güzel ya da eskisinde daha etkisiz eserler yazacaktır. İkinci ihtimal ilkinden daha kolay gerçekleşebilir. Bu ise Nobel ödülünü ne kadar önemsediğine bağlı olacaktır.
Bütün bunlar bize yazmanın ve edebiyatın, hayatımızın merkezindeki bir eksiklik ile, mutluluk ve suçluluk duygularıyla derinden bağlı olduğunu hatırlatmalı.
Yazmanın hangi duygular etkisi ile yapıldığını tanımlarken kendi süreçlerinin nasıl geliştiğini de açıklamaktadır. Boşlukların doldurulmaya çalışılması kimi için para, kimi için güç, kimi için tanınmak, kimi için başka şeylerin elde edilmesine çaba sarfedilirken Orhan Pamuk için yazma eylemi şeklinde ortaya çıkmış ve bu eylemin yan ürünü olarak “Nobel” kazanılmıştır.
Babam 2002 yılı Aralık ayında öldü.
Babasının ölümü ile ortaya çıkan duygusal durumu hakkında bilgi vermeyen Orhan Pamuk yazısının bütününde Babasının kendi üzerindeki etkisini anlatmaktadır, farkında olmadan. Bu ise cümleler arasında hiç bahsedilmeyen sevgisizlik boşluğunun büyüklüğünü, yalnızlaşmanın ne kadar derin olduğunu göstermektedir. Sevgiyi kaybetmemek için sevilmemek, yalnız bırakılmamak için yalnızlığı seçmek ve duygularını kayda geçirmek ve romanlarında bu çelişkili ve karşıtlı içeren duyguları anlatmak Orhan Pamuk’un “Nobel’li” bir yazar olmasını sağlamıştır.
Konuşmanın temeli ise acıya dayandığı için büyük eserler yaratabilmek için büyük acılar çekilmesi gerektiğine dair mesajı, ortalama insanlar aktarmaya çalışmakta, ben acı çekerek yazdım ve sizinde hem romanlarımı okurken ve hem bu konuşmayı dinlerken “acı çekmenizi istiyorum” mesajı verilmeye çalışılmaktadır. Türkçe dilinde yazdığı eserler yabancı dile çevrildiğinde belki farklılık arzedecektir ve bu acıyı en çok yabancılaştığı kendi toplumundaki insanların çekmesini istemektedir.
Bu anlamda ise belki en büyük çelişki yaşanmaktadır ve bu çelişki evrensel değil, “arabesk” bir sonucun çıkmasını sağlayacaktır.
Belki de en önemli nokta “babası gibi olmamak” ve “babasının onaylamadığı gibi olmamak” arasında yaşadığı sıkışmadır.
Türkiye’ye Nobel ödülü kazandırdığı için kendisini tebrik ediyoruz.
Not: Bu yazıyı hazırladığım geceden sonra sabah Milliyet Gazetesindeki haberde Orhan Pamuk ve Orhan Gencebay bir yemekte buluşmuşlar ve karşı karşıya oturmuşlar. Böylece yukarıda anlatılan arabesk resim biraz daha bütünlenmiş oldu.
CENGİZ EREN 18 Aralık 2006 This email address is being protected from spambots. You need JavaScript enabled to view it.
NLP Uzmanı Ve Eğitmeni
a href="http://www.erenlp.com">http://www.erenlp.com