Gabriel Garcia Marquez'in Veda Mektubu

Kullanıcı Oyu: 5 / 5

Yıldız etkinYıldız etkinYıldız etkinYıldız etkinYıldız etkin
 

marquezGabriel Garcia Marquez'in Veda Mektubu, hüzünlü ve yapamadıkları ve yapmak istedikleri konusunda bilgileri aktarıyor. Anne ve babası tarafından küçük yaşta terkedilen ve anneannesi tarafından terkedilen küçük Gabriel, anneanne ve dedesinin etkisi ile büyüdü. Terkedilmeyi küçük yaşta öğrenen Gabriel, daha sonra anne ve babası tarafından geri alınsa da, bu duygusundan kurtulamamış olabilir. Çoğu yazarın arafta veya eşikte kalmışlık duygusunu derinden yaşadığını anlayabiliriz

 Aşağıdaki mektupta yaşayamadığı çocukluğu görebilmek mümkün. Yazarak kendisini ifade etmesi ise, sadece yazarken eşikten çıkabilidğini gösteren bir veri olabilir. Çok sayıda güzel eseri dünya edebiyatına kazandıran Gabriel Garcia Marquez, adını edebiyat tarihine yazdırırken nelerden feragat ettiğini de gösteriyor. 

Nobel ödülünü alırken "Artık yazmak istemiyorum, çünkü yalnız kalmaktan sıkıldım" diyen Alice Munro'nun sözleri aslında çok şey anlatıyor.  Bu veda mektubu bana Alice Munro'nun bu sözlerini hatırlattı. Yazıdaki geçmiş zaman, mişli geçmiş zaman ve geniş zaman kullanımlarına dikkat etmenizi öneririm. 

Cengiz Eren

 

Gabriel Garcia Marquez'in Veda Mektubu 

"Tanrı bir an için paçavradan bebek olduğumu unutup can vererek beni ödüllendirse, aklımdan geçen her şeyi dile getiremeyebilirdim, ama en azından dile getirdiklerimi ayrıntısıyla aklımdan geçirir ve düşünürdüm. 

Eşyaların maddi yönlerine değil anlamlarına değer verirdim. 

Az uyur, çok rüya görür, gözümü yumduğum her dakikada, 60 saniye boyunca ışığı yitirdiğimi düşünürdüm. 

İnsan aşktan vazgeçerse yaşlanır. Başkaları durduğu zaman yürümeye devam ederdim. 

Başkaları uyurken uyanık kalmaya gayret ederdim. Başkaları konuşurken dinler, çikolatalı dondurmanın tadından zevk almaya bakardım. 

Eğer Tanrı bana birazcık can verse, basit giyinir, yüzümü güneşe çevirir, sadece vücudumu değil, ruhumu da tüm çıplaklığıyla açardım. 

Tanrım, eğer bir kalbim olsaydı nefretimi buzun üzerine kazır ve güneşin göstermesini beklerdim. 

Gökyüzündeki aya, yıldızlar boyunca Van Gogh resimleri çizer, Benedetti şiirleri okur ve serenatlar söylerdim. 

Gözyaşlarımla gülleri sular, vücuduma batan dikenlerinin acısını hissederek dudak kırmızısı taç yapraklarından öpmek isterdim. 

Tanrım bir yudumluk yaşamım olsaydı... 

Gün geçmesin ki, karşılaştığım tüm insanlara onları sevdiğimi söylemeyeyim. 

Tüm kadın ve erkekleri, en sevdiğim insanlar oldukları konusunda birer birer ikna ederdim. 

Ve aşk içinde yaşardım. 

Erkeklere, yaşlandıkları zaman aşkı bırakmalarının ne kadar yanlış olduğunu anlatırdım. 

Çünkü insan aşkı bırakınca yaşlanr. 

Çocuklara kanat verirdim. Ama uçmayı kendi başlarına öğrenmelerine olanak sağlardım. 

Yaşlılara ise ölümün yaşlanma ile değil unutma ile geldiğini öğretirdim. 

Ey insanlar! Sizlerden ne kadar da çok şey öğrenmişim. 

Tüm insanların, mutluluğun gerçekleri görmekte saklı olduğunu bilmeden, dağların zirvesinde yaşamak istediğini öğrendim. 

Yeni doğan küçük bir bebeğin, babasının parmağını sıkarken aslında onu kendisine sonsuza dek kelepçeyle mahkûm ettiğini öğrendim. 

Sizlerden çok şey öğrendim. Ama bu öğrendiklerim pek işe yaramayacak. 

Çünkü hepsini bir çantaya kilitledim. 

Mutsuz bir şekilde... 

Artık ölebilir miyim?"