Şifacı'ya Mektup

Kullanıcı Oyu: 0 / 5

Yıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değil
 

masalmisYazmak istiyorum. Ahmet ile Ayşe’nin aşkını değil. Akıllı, akılsız, zengin, yoksul, şu işkenceci, annemden habersiz bütün ütüleri bana yaptıran yenge. 

Kentlim, kırkından sonra doğurma, geri zekalı olur diyen bir kadın, başka bir zehirli kadın, melek görünümlü sahtekar kadın. Daha çok kadınlardan yandı canım. İyiler kötüler, hasetçiler, taklitçiler, her şeyi ben bilirim diyenler, sevdiklerim, sevmediklerim hiçbirini yazmayacağım.

 

Bunca yıl yaşamış, duygular cenderesinde suyu sıkılmış... Cendereyi tutan el kim, suyum nerede belirsiz ama can çekişen benim. Biri, birileri ezdi, posam çıkarılmış ve şu kapta birikmişim. Biri, bir gün onu da atacak. İşte atılmadan anlatmak istiyorum kendimi. Beni, seni, sıradan biri ama yoğun duygularla.

 

Sen genç liseli beni anlarmısın, beni anlamak istermisin? Sen yaşıtım, sen nerelerde idin,dudak mı bükersin bu önerime? Seni de anlatmak isterim.

 

Üniversiteli genç, yarınlar senin mi sanıyorsun? Öyle gururlusun. Bizde bir zamanlar böyle hissederdik.Bilmezdik cenderelerde ezileceğimizi, boşluklarda tutsak olacağımızı. Belki sen daha gerçekçisin, duygular denizinden gerçekler aranmasına geçmedin. Belki başka başka denizlerden geldik. Geldiğim denizlere tatlı sular da karışırdı. Onlar şaşırttı beni. Sonra hep tuzlu suda geliştim, kurudu her yanım, çatladı tenim ama tatlı suyun tadı da kaldı hep belleğimde, hep o tatlı yudumun tadını aradım, ararım hala. Arıyorum, içim kurudu, kavruldum, derim çatladı yara bere her tarafım.

 

Çocukluğum eski, çok eski. Eskide her şey güzeldi derlerse de eskide de her şey güzel değildi. Eski püskü idi her şey, zenginlikde bile yoksulluk vardı. Sevgisizdir birleşmeler, görürdüm kimi sevgisizlikleri ben de sevmezdim sevgisizleri. Sevgisizlikten kalan ürünler hiç yeşermedi, güdük ve kuru kaldı. Hayal meyal her şey. Yeniler de yeni değil şimdilerde. Şimdi gübrelerden tesadüfen çıkan tatlı domatesler gibi kaçak, olağan dışı gelişmiş bir çocuk gibi kimi mutluluklar, sevgi denizinde büyüyor o çocuk.Hüzün içinde mutluluk sürprizi var. Sürer mi bu sürgün, umutlar bitmez ki.

 

Geceleri mutsuzluğum fiziksel acıya dönüşüyor. Karabasan düşünceler, beynimle birlikte sıkıyor yüreğimi. Yüreğim sıkıştıkça göz yaşlarım sıkışıyor, yuvalarında kalamıyor, dökülüyorlar. Vücudumda ki bütün su, gözlerimden boşalıyor su kalmayıncaya dek, kaskatı oluyor bedenim. Bir taş gibi uyuşup kalıyor. Sonra, beynimden bütün düşünceler uçuyor. Hiçbir şey kalmıyor. Acılarım uyuşturuyor beni. O, artık bir uyarı beynimde. Yalvarıyorum, o an o taş yığınını kırsa, un ufak etse, her bir parça toz olup atılsa bir yerlere, sonra yağmurlar yıkasa ve sürüklese bir göle, denize varmadan hemen bir güneş çıksa da kaybolsam evrende. Bunca acı, tüm gidenler için de olsa.

 

Hangi aydayız, nereye gidiyorum bilmiyorum. Yollar ne kalabalık. Haziran Temmuz yorulmuş yolcu geçirmekten, ağustos yüklendi bu işi, o da isteksiz geçiriyor yolcularını, çok kalabalık her yer. O yöne gidenler, bu yöne gelenler.

 

Yine yandı güneş, kızdı toprak, kaynadı deniz. Balıklar pişti denizde. Balıkları pişmiş tuttu yolcular. Onlar da girdi denize pişmediler, yandılar güneşte. Üzümler denize atıldı, kaynadılar, denizde şarap oldular. Şarap oldu deniz, kızardı. Ay soğuttu şarabı da içtiler yolcular, kanmadılar. Şişede aradılar yine şarabı. Tüm ateş böcekleri, çiçekler taktılar başlarına, güzel oldu hepsi.

 

Sevdalandı kimi yolcular onlara. Gün ışıdı, bitti sevda, sürmedi.

 

Kartta ki kız güzel oldu, papaz müslüman, kurulamadı oyun bozuldu.

 

Kavaklar rendelendi, damalandı, tavlandı, tavla oldular. Düşmedi üzerlerine zar. Mavi göz menevişlendi, dalgalandı, tutmadı siyahı. Söndü mavi. Mavi yeşile karıştı daha çok soldu. Mor mu oldu ne?

 

Bir şeyler yazmalıyım gün bitmeden, akşam olmadan ben bitmeden. Yazmalıyım neyi. Her şey yazılmadı mı söylenmedi mi? Ama benim bitmedi. Ben hiç söylemedim. Sanki yazarsam yeniden başlayacağım güne, ben yeniden olacağım. Oysa yazacak neyim var benim. Tükenmeye mahkumum.

 

Hani şu kelebek gibi. Kanadı zedelenmiş uçamıyor. Ona verilen yirmi dört saati de öyle bekleyecek, tamamlayacak benim gibi. Benim kaç yirmi dört saatim var. Bir saatinde yazsam, söylesem düzelecek sanki kanadım. Sonra biraz sekerim, sonra sonra da uçabilirim belki. Kelebeğin sol kanadı, sağdakinden daha kısa ve içeri bükülmüş. Tutuyorum onu, çırpınıyor, renkli tozları dökülüyor elime yapışıyor, sanki ağlıyor. Bir iki deneme yine uçamıyor, düşüyor, uçamayacak. Bir saati daha gitti. Öylesine boşuna uğraşıyor. Hem uçsa uçsa yine ölecek, tut ki başardı da uçtu yine ölecek, az vakti kaldı çünkü. Bu yirmi dört saati debelenmek yerine, dingince seyretse idi etrafı, konduğu daldan, daha iyi idi. Bitmiyor mücadele ölene dek, çünkü bitmiyor umutlar. Benim daha çok yirmi dört saatim var, çok.

 

Acıları bal, tadı tuzsuz, şekeri acı, gönlü boş, bedeni hor, vicdanı kor eyledimse de ak güvercinlerde barış, beyazlıklar geçmişse, bugün gölge düşmüşse de her şeye, eğilmişse yüzler, azalmışsa umutlar, yitirilmişse de sevgili canlar, dostluklara varsa da yine güvence, seviyorsan sabahları, izliyorsan doğuşunu güneşin, renkler heyecan veriyorsa sana, seviyorsan bir çocuğu, iyi bir doktorun varsa kırıklıklarında, varsa biri daha seni seviyorum diyen, vardır yine umut yarınlardan.

 

Değil mi şifacı?

 

Buralara gönderilirken, acıların yanında şifalarımız da verilmemiş midir? Burada veya döndüğümüzde, tüm yaralar sarılmış olacaktır. Ama bugün ama yarın burada ya da oralarda mutlaka. Kimbilir geldiğimizde de yaralı idik, şifa almak için gönderildik. Şifa aldık, şifa verdik, olgunlaştık iyileşti yaralar, bunun için bedenlendik kimbilir ? Pansuman oldu beden ruhlara, özgürleşti ruhlar tekrar döndüler evrene.

 

Rüyalarda sağlıklı idi tüm özlenenler...

 

Bir yaralı gönül

CahidE’den

“MASALMIŞ YAŞAM “ kitabımdan sayfa 137-140

 

Masalmış Yaşam Kitabı D&R Satınalma linki