yazı

 

  • ANKARA’ NIN SOĞUĞUNDA BÜYÜDÜK BİZ

    ANKARA’ NIN SOĞUĞUNDA BÜYÜDÜK BİZ
    Çok eskilere gittim bugün. Çocukluğumuzda ki enerjiye gereksinimimiz var sanırım. Eskilerden bize ne diyebilirsiniz. Tabii size ne !

    Ama belki o eski Ankara soğuklarını sizlerle birlikte yaşadık ne biliyorsunuz! Belki aynı okullarda okuduk, belki aynı sokaklarda dolaştık. Beyaz salkım akasya ağaçlı Kızılay caddelerinde , Dikmen sırtlarında salaş yerlerde çay içtik aynı saatlerde, aynı otobüslere bindik mesela boynuzlu derdik hani telleri raylara asılı troleybüsler, ha bire çıkardı teller hatlardan da şöför iner bir manivela ile onları hatlarına oturtur bizde beklerdik. Aynı soğuklarda donduk. Ankara’nın soğuğunda. Ellerinizin kapı kollarına yapıştığı, camların yarısına kadar buz kaplandığı yarısının buharında yazılar yazdığımız camları. Belki aynı şeyleri yazdık camlara. Kardan adamlar yaptık bahçelerde, merdivenden kızaklarda kaydık, kürenmemiş karlarda boyumuzu ölçtük. Hatta temiz kirlenmemiş karları pekmeze bandık. Ne güzeldi kar helvası.Aynı ajansları dinledik heyecanla. Televizyon yoktu ki. Nezahat Bayram’ı dinlerdik” mektebin bacaları ders verir hocaları” Nurattin Sarısözen ve arkadaşları. Arkası yarın mikrofonda tiyatro. Efektlerde canlanır sahne. Ankara’nın soğuğu, hikayedeki ormanın soğuğu ile aynıdır. Perili köşkde uğuldar rüzgar. Uğultulu tepeler romanını yazarsın sende. 1001 gece masallarını anlatır güzel bir ses. Polis radyosunda aranır kayıplar. Bulunmuş paralar sahibini arardı. Kirlenmemişti insanlar.

    Aile Rumeliden Anadoluya Rumeli gibi yeşildir diye Bursaya yerleşir, sonra yağ ticaretine karar verir Ayvalıkda. İşler iyi giderken ilk darbe alınır ortakdan bütün paraya el koyar ortak. Bugün yabancı bir şirkete satılmıştır firma o günlerden kalanla. İsim lazım değil ahiret defterine kaydetmiştir dede.

    Sonra ver elini Ankara. Arsalar ucuzda dede de ileri görüş değil fazla.Buraya domuz bağlasan durmaz demiş. Ne çorak yer! Almaz toprak iş kurar Ankarada bir de burada yağcılık denenir.Bugünkü yağcılara ! benzemez dede. Mücadele devam eder. Yağ has olmalıdır. Sade yağ boncuk boncuktur.

    Kaçıncı evleridir bilmem, Samanpazarında müstakil bir evde katılmışım aileye. Doğduğum semt samanpazarı. Sonraları gittiğimde çıkrıkçılar yokuşu özel dokusu ile tanıdım.

    Ahşap bir ev, tahta parmaklıklı balkonu, merdiven başında bir düzenekle sokak kapısının açıldığı hatırladığım karelerdendir. Hep bizim pencerelere bakan değneklerle yürüyen sakallı iblis gibi korktuğum topal Şükrü kimdir onu hatırlarım. Neden korkmuşum ondan. Sonraları anlatırdı gülerdi büyükler onu camdan görünce kendimi nasıl içeri attığımı garibanın biriymiş oysa ara sıra yemek verirmiş bizimkiler. Belki de yemek verilecek mi diye bekliyordu. Tabii bodrumdaki odunluktan da ürkerdim. Örümcekli miydi kapısı ne ! Niye ürküten kareler kalır çocuklarda? Evin kedisi pamuk tavuskuşu amblemli pirinç karyolanın bembeyaz dantelli yatak örtüsünün ajurlarından bakardı hep. O neden korkardı acaba? Hiç onunla yakınlığım olmamış kedilere hiç dokunamam ben. Şimdilerde seviyorum onları. Dokunmasız.

    He tarafı esermiş evin. Anacık anlatırdı. Yün yorganlar tepeleme renk renk...yok bunları o evde hatırlamam. Sonra apartman yaptırmış aile. Bu ahşap evde çok yorulmuş anne. Ev çarşı içinde ama bahçesizmiş. Ankara soğuğunda soba etrafında geceleri buz tutan çamaşırlar soba yandığında erirlermiş ufaktan. Kömür ütüsü ile ütü.” Hey yanasıca ev” demiş bir gün canına yettiğinde..Biz çıktıktan sonra yanmış gerçekten. Isınmış tahtalar onca kardan kıştan sonra. Topal Şükrü seyretti mi acaba yangını yaşıyormuydu kimbilir.

    Demirlibahçe semti. Beş katlı on daireli apartmana gelişimizi hatırlamıyorum. İnşaat halinde iken o zamanlar çok sevdiğim amca ile fotoğraf var. Amca öldüğünde küsmüştük birbirimize daha doğrusu ben ona küstüm. Heyhat. Sonra mahallede iki üç apartman daha yapıldı. Diğerleri bahçeli küçük evlerdi.Gönül sokakda bizi zengin yağcılar diye etiketlediler. Frigidaire marka buzdolabı, ile telefonumuz vardı. Sokağın santralı olduk epey bir zaman. Biz zengin filan değildik ya da fakir de değildik. Çatıda tenekelerce yağlarımız vardı ama bir o kadar ailede endişe de vardı. İflas etmek aile erkeklerinde gelenekseldi..

    Kiracılar doğru dürüst kira vermezlerdi. Bu evde sobalı idi ne var ki iki adet sobamız vardı. Yani anacık iki soba ile uğraşırdı. Ha ahşap ha beton Ankara ayazı evlere torpil yapmazdı. Burada da çok üşürdük. Sobaların külleri buzlara dökülürdü o işe faydaları vardı.Hücara dediğimiz bir boşlukta sadece yorganlar dururdu. Bazen pamuğun ajurların arkasına saklanması gibi ben de yorganların içine saklanırdım. Isıtırdı yorganlar. Ortalıkda yoksam babaanne "hücaraya bakın" derdi. Pamuk gibi bakardım onlara.

    Okullar, okullu olmak. Demirlibahçeden  Dikimevi’ne çok yol var. Servis mi var? Dikimevi cumhuriyetin bir proje evi. Her şeyi düşünmüş Atam. Askere dikilir giysiler.Her köşede bir anlam. Sabah siyah ya da gri önlüklerle (daha ucuz olan) andımızı okuyoruz. Sadece önlüklerimiz var. Yaz kış fark etmez disiplin önemli öyle rengarenk hırkalarla andımız okunmaz. Ama andımızı okurken üşümüyoruz. Önlüklerimizin rengi bizi ayırmıyor. Ne boşnak olduğumu hatırlıyorum, ne de kim kimdir bilmiyoruz. Hepimiz kardeşiz. Kimimiz simit kimimiz kuru halka yiyoruz. Değiş tokuş yapıyoruz. Soba yanıyor sınıfta öğretmen de ara sıra sobayı kontrol ediyor. Soğuk Ankarada dolaşırken biz sobalı sınıfımızda sıcacık mutluyuz. Simitlerimizi tozlu sobanın üstünde ısıtıyoruz. Orta okulda din dersi isteğe bağlı ve okul evden çok uzak. Gün ışımadan yola çıkıyorum. Anacık sarıp sarmalamış sadece soğuktan korunmak gerek. Yollarda çocuğum tecavüze uğrar mı korkusu yok. Güven duygusu ne güzelmiş. Ne ki uykulu uykulu iyi ezberlenmemişse sure, hocanın ince sopası iniverir tepene. Olsun öğretmenin vurduğu yerde gül biter. Kinlenmeyiz.!

    Ayakta kısa soket çoraplar. Her yer kar buz. Kız lisesi yokuş ayaklar dizlere kadar mosmor. Ne soğuktun sen Ankara. Okul bahçesinde kartopu yün eldivenler vıcık vıcık sobaya tuttunmu elleri yakar ateş buz gibi olmuş elleri.Buz da yakar ateş gibi.İki örgü saçların buzdan iplere döner. Hey gidi günler hey. Şimdi biraz kar yağdımı servisler iptal. Değişim iyi ya da kötü göreceli, bence.

    Apartman arkası tepeydi oralara tırmanırdık. Annem uzun saçlarıma kırmızı kurdelalar bağlardı.Balkondan onlarla takip ederdi beni. Mor menekşeler vardı baharda. Artık yoklar. O güzel kokulu mor çiçekler. Şimdi hercai oldular. Adam suratlı oldular. Öfkeli yüzlerde kokusuz bakıyorlar. Mor menekşelerde kaldı çocukluğumuz.

    Sarı musluklu, siyah mozaik taşlı apartman daireleri. Banyoda odunlu termisfon, kurna yeşil sabun. Pazar günleri banyo yok öyle her gün duş. Gece titreyerek tuvalete gitmek sabahları saati kurup yorgan altında ders çalışmak. Misafirlerden vakit kalmaz ortam bulunmaz. Çocuklar susar, gülmez, lafa karışmaz.

    Çalışacaksan sabah çalış hem aklında daha iyi kalır derler.. Büyükler her şeyi bilirler tabii. Bir gün bodrumda oturanların evine lağim suları dolar. Kirayı vermezler, merdiven kullanmaz camdan girer çıkarlar pencere kapalı ise camı kırar girerler. Derbeder bir aile. Dede temele domuz koymuşuz der ama onları yine de çıkartmaz. Köyden gelmiş bir yakınları bir de rüya görmüştür. Herkese onu anlatır. Apartmanın olduğu yer 1402 Ankara savaşının olduğu yerdir. Doğru mu ne kadının rüyası. O ne bilsin Ankara savaşını. Asker gelmiştir rüyasına soyadımızı vermiş asker onlar üzerimize sı.....r, bizi b...k içinde bıraktılar diye bilgi vermiş. İşkillenir bizimkiler araştırılar sahiden savaş alanı yerlerdir. Timurlenk (Aksak Timur) Beyazıt’ı da burada kafeslemiştir.

    Etkilenir bu söylemden aile yine iflas ederler sonrasında. Kardeşler tek tek terk ederler binayı.
    O civarda yapılan bütün apartmanların sahipleri kısa bir süre sonra ölür. Bizim dede de göç eder bu dünyadan. Buraya yeni taşındığımızda ne tuhaftır ki balkonda birikmiş karton gazete kağıtlarını kardeşimle yakmışız korkup bakakalmışız dede de eve gelirmiş o sıra bunu işaret saymış bu ev bize yaramayacak demiş. Yaramamış da.

    Tesadüftür belki her şey. Yorumlar muhtelif ama Ankara’nın soğuğu gerçekti.
    Uzun kışlarda çok üşüdük.

    Üşürdü bedenimiz ama sıcacıktı yüreklerimiz.

    Çaydanlığın mavisi çay için kırmızısı ıhlamur için. Gece sıcak sıcak için derdi büyükler. Bütün gece soba üstünde kaynardı. O zaman şimdiki gibi beş dakika tut iç olmazdı kırmızı olacaktı ihlamur kokusu bütün evi saracaktı. Bozacımız da vardı tabii bize sorumluluk yükleyen. Bu soğukta gariban ekmek peşinde derlerdi çağrılırdı bozacı bıyıklar buz tutmuş bozacı donmuş takkesi ile kurt adam olmuş derdik biz çocuklar. Bazı geçeler merhamet tavan yapar komşularada alınırdı ikramdan. O en soğuk zamandır bilirdik biz. Aman ki aman.

    Evde sıcak bir tas çorba, komşu teyze gelirse çaya yanında börek puaça oh ne ala.

    Güzelmiş çocukluğumuz selam anılara..

    Cahide Yormaz Öz
    1.4.2017 mi NE

     

  • Soyut Somut HİÇ

    cahideyormazöz, felsefe yazılarıBu dünyaya geldim geleli düşünür dururum geçmiş ve geleceği. Ne han var ne hamam hani derler ya ne ne torun ne torba. Sana ne kadın diyemedim işin gerçeği. Çocuklar kadınların eseri. İnsanoğlu, en mükemmel canlı demiş kendisine. İlk yalan, ilk kibir, ilk riya. Çıkmış bütün kötülükler bununla yola.

    Dünya güzelsin aslında. Doğa; dağ, taş, deniz ova, börtü böcek, kuş çiçek. Hepsi ayrı renk, ayrı rüya.

    İnsanoğlu çok tahripkar bırakmamış, yok etmiş binlerce canlıyı. Yaşamış bir ara mamut kalmış fosil taş kayada. Sonra birbirlerini yok etmişler savaşlarla. Yetmemiş dünya. Dünya dar artık insana.Bölük bölük insanlar. Tanrıyı ya da tanrıları bölüşememişler.Renkleri ayırmışlar. Oysa ilim, bilim, felsefe yani bilgi ve sanat yaşasaydı tüm insanlık bunlarla kanatlanacaklardı olmayacaktı ayrılık. Ortak akıl olmalıydı. Ama kimilerine uymamış bunlar uyanlara da yapışmış o ilk kibir, hırs DNA larına.Değişir durur insanoğlu dönerken dünya bitmez kavgalarda. Aralarda çıkmış birileri, barış demiş, kardeşlik demiş ölmüşler uğruna.Kimin umurunda. Rende çalışmış durmadan. Kim iyi bir fikir önermiş, çalışmışsa çalışmış hızar, çalışmış doğrama. İnsanlık paramparça.

    Duygu da varmış insanda ama ruhlara girmiş kuytu kıyılarda. İyi duygular, kötü duygular ya da yok hükmünde uygulamalar. Vicdan mesela. Var mıdır her yaratılanda.Görülmez, tutulmaz ama hep aranmakta. Kalpte mi beyinde mi? Olmalı bir yerde. İnsanın insana ya da başka bir canlıya zulmü varsa vicdansız deriz. İyilikler melek formunda. Soyut ama somut sonuçlarda.
    Ve sanat edebiyat. Kelimeler, sözcükler ne dersek diyelim vazgeçilmezlerimiz. Bir kelime ile dünya değişir bir kelime ile yıkıntılarda. Cehennem deriz yine soyutlamalarda. Cennet midir mesela dünya aşık olduğunda ya da terk edildiğinde, kırıldığında, küstüğünde, bir yakınını kaybettiğinde cehennem mi başlar yüreğinde.

    Dünya ya gelmek bir ödül ise, yaşamak bedel ödeme bence. Zor iş sevmek, sevilmek, aşk, savaş, yoksulluk, hastalıklar, barış için bunca kavga dünyayı kana bulama. Doğayı çokça yok edip rahat yaşama uğruna köprüler, barajlar, yollar, gökdelenler yaptık. Sonra hep tükettik. Yine tükettik, daha fazla konfor daha fazla tüketim. Otomobiller, araçlar, gereçler sonra geniş yollarda metal hakimiyeti, egzos gazları, zararlı gazlar, hastalıklar, nefes alamamak, bunalım kavgalar yok çiçekli tarlalar, kapatıldı dereler, kum oldu dağlar, kirlendi sular, güvensizlikler. Sonra başlıyor tapmalar. Eşyaya tapma, paraya tapma, paralıya tapma, tapınaklar, yeni tanrılar, tanrıların arabaları, köleler, satıcılar, alıcılar.Gidiciler, kalıcılar. Bu arada insandan korkup kaçan duygular. Makine insanlar. Ellerinde bilgisayarlar.Makine artı makine yaşamlar. Bu arada henüz dygularını yitirmemiş nesli tükenmekte insanlar. Ve mutsuzluklar..

    Yazanlar, çizenler. Hala bir şiirle dünyaya insana seslenenler.Alay edilenler. Şair adam ! şair kadın yok mu yok! Kadınlar gerçekçi. İyi bir koca iyi eser.eser mi? Eser..

    Övünenler, dövünenler tabii bir de dövülenler olsun..!

    “Bir bahar akşamı rastladım size
    Neden başınızı öne eğdiniz
    Daha önceleri neredeydiniz?”
    Diyen kibar şair adamlar. Hüzünlü şarkılar.

    Cüzzam varmış bir zamanlar, dökülen yaralar.Var mı buna şarkı yapan?
    Hüzzam faslı yaralar.

    Boşver karın doyurmaz şarkılar. Kimin arabasına binersen onun türküsünü söyle özdeyişler.
    Oysa Türküler öyle özel. Yanık, ağıtlı ağır duygular Hafifide var duygu var duygu var.

    O soyut vicdan, ruh duygulara elbisedir sanat.

    Bir kemanın telinde ses, bir kelime bir cümlede aşk olur, nefes. Bir resimde ya da suya bir nakışta duygular bir akıştadır, yontuda taş sessizce konuşur. Anlamanı bekler öyle durur sabırla.

    Sanat sabırmıdır aynı zamanda.

    Tüm duyarsızlıklara bir sorudur sanat.

    Sanat kimse için değildir.Toplum için değildir kendiliğinden çıkar ortaya alan alır, seven sever, sevmeyen görmez, okumaz, bakmaz. Yorumlar muhtelif. Tartışmaya gerek yok. Duygular kelime ile şiir şarkılar
    olur heykel ya da heykel taş. Taştan duygular sessizce. Duygusuzluklarla eş olur. Her ikisi de taş gibidir. Varsa da taştır yoksa da taştır. Taş gibi vicdandır.

    Acı çekmek duygudur. Acı çekmiyorsan duygu yoktur. Hissedilen yoktur. Burada bir paradoks var.Sonuçta sessiz taşlar gibiyiz. Ancak bir heykele dokunabilirsin bir ses alırsın. Duygu yoksa, emek yoksa, vicdan yoksa yoksun. Yoklar yoktur.
    Hiç bir şeye benzemiyor diyorsak HİÇ bir şeydir. Yine de birşeyler yapmalıyız. Hiç bile olsa. Hiç bile olsak hepimiz hiç olacağız. Hiçler hiç bir şeye benzemesede hiçler bırakmak yine de güzeldir.Bir kitap, bir beste, bir yontu belki birileri bir zaman bunu biri yapmış, bestelemiş, yontmuş diyebilecektir.

    Hiç olduktan sonra hiç bir şey olabilirsiniz. Hiç kimse onu anlamamış, tanımamış diyecek birilerine birileri hiç selam bırakmaz mı?

    Gelmiş, geçmiş, yazmış, çizmişlere selam deriz derlerse bizde bir selam göndeririz.
    Geldik gideceğiz. Kırdık, kırıldık belki üzdük çokça üzüldük. Dünyaya çocuk getirmedik sorumluluğumuz yok demedik.Herkes bu yaşamda karşılaşacak zorluklarla aşk, meşk, mutluluk, görevler ya yazılmış bir programda ya da boş kalmış adındaki levha. Roman, şiir, sanat verilmiş sana onlarla ruhunu rahatlatsana.

    Sanat ruhun arınması, ütopik karması ama güzel ama değil. Her şey göreceli.İnsanoğlu doğuştan yaralı. Dünya terapi durağı ya iyisin ya kötü. İyileşirsen ne mutlu iyileşemezsen geçmiş olsun.

    Geçmiş, gelecek dünya bu bir gün o’da dönmeyecek. Galaksi de yorulacak.
    Yeniden boşluk, boşluk boşluk...

    Geldik bu dünyaya bir ara sordular mı bize sormadılar mı bu hala muamma. İnsanoğlu gibi çözülemez. Kendisini bilmezken tanımazken kendi sesin yabancıysa sana bunu anlasana ey ruh.

    Ey duygular karışıklığa devam soyut, somut, ilüzyon yaşam

    Hiçliğe selam
    Sürçü lisan ettiysek affola
    İnsanlık bu ya...
    Eyvallah..

    8.11.2016 hiç önemi yok.
    Cahide Yormaz Öz

     

TOP