konuk yazar

 

  • ANKARA’ NIN SOĞUĞUNDA BÜYÜDÜK BİZ

    ANKARA’ NIN SOĞUĞUNDA BÜYÜDÜK BİZ
    Çok eskilere gittim bugün. Çocukluğumuzda ki enerjiye gereksinimimiz var sanırım. Eskilerden bize ne diyebilirsiniz. Tabii size ne !

    Ama belki o eski Ankara soğuklarını sizlerle birlikte yaşadık ne biliyorsunuz! Belki aynı okullarda okuduk, belki aynı sokaklarda dolaştık. Beyaz salkım akasya ağaçlı Kızılay caddelerinde , Dikmen sırtlarında salaş yerlerde çay içtik aynı saatlerde, aynı otobüslere bindik mesela boynuzlu derdik hani telleri raylara asılı troleybüsler, ha bire çıkardı teller hatlardan da şöför iner bir manivela ile onları hatlarına oturtur bizde beklerdik. Aynı soğuklarda donduk. Ankara’nın soğuğunda. Ellerinizin kapı kollarına yapıştığı, camların yarısına kadar buz kaplandığı yarısının buharında yazılar yazdığımız camları. Belki aynı şeyleri yazdık camlara. Kardan adamlar yaptık bahçelerde, merdivenden kızaklarda kaydık, kürenmemiş karlarda boyumuzu ölçtük. Hatta temiz kirlenmemiş karları pekmeze bandık. Ne güzeldi kar helvası.Aynı ajansları dinledik heyecanla. Televizyon yoktu ki. Nezahat Bayram’ı dinlerdik” mektebin bacaları ders verir hocaları” Nurattin Sarısözen ve arkadaşları. Arkası yarın mikrofonda tiyatro. Efektlerde canlanır sahne. Ankara’nın soğuğu, hikayedeki ormanın soğuğu ile aynıdır. Perili köşkde uğuldar rüzgar. Uğultulu tepeler romanını yazarsın sende. 1001 gece masallarını anlatır güzel bir ses. Polis radyosunda aranır kayıplar. Bulunmuş paralar sahibini arardı. Kirlenmemişti insanlar.

    Aile Rumeliden Anadoluya Rumeli gibi yeşildir diye Bursaya yerleşir, sonra yağ ticaretine karar verir Ayvalıkda. İşler iyi giderken ilk darbe alınır ortakdan bütün paraya el koyar ortak. Bugün yabancı bir şirkete satılmıştır firma o günlerden kalanla. İsim lazım değil ahiret defterine kaydetmiştir dede.

    Sonra ver elini Ankara. Arsalar ucuzda dede de ileri görüş değil fazla.Buraya domuz bağlasan durmaz demiş. Ne çorak yer! Almaz toprak iş kurar Ankarada bir de burada yağcılık denenir.Bugünkü yağcılara ! benzemez dede. Mücadele devam eder. Yağ has olmalıdır. Sade yağ boncuk boncuktur.

    Kaçıncı evleridir bilmem, Samanpazarında müstakil bir evde katılmışım aileye. Doğduğum semt samanpazarı. Sonraları gittiğimde çıkrıkçılar yokuşu özel dokusu ile tanıdım.

    Ahşap bir ev, tahta parmaklıklı balkonu, merdiven başında bir düzenekle sokak kapısının açıldığı hatırladığım karelerdendir. Hep bizim pencerelere bakan değneklerle yürüyen sakallı iblis gibi korktuğum topal Şükrü kimdir onu hatırlarım. Neden korkmuşum ondan. Sonraları anlatırdı gülerdi büyükler onu camdan görünce kendimi nasıl içeri attığımı garibanın biriymiş oysa ara sıra yemek verirmiş bizimkiler. Belki de yemek verilecek mi diye bekliyordu. Tabii bodrumdaki odunluktan da ürkerdim. Örümcekli miydi kapısı ne ! Niye ürküten kareler kalır çocuklarda? Evin kedisi pamuk tavuskuşu amblemli pirinç karyolanın bembeyaz dantelli yatak örtüsünün ajurlarından bakardı hep. O neden korkardı acaba? Hiç onunla yakınlığım olmamış kedilere hiç dokunamam ben. Şimdilerde seviyorum onları. Dokunmasız.

    He tarafı esermiş evin. Anacık anlatırdı. Yün yorganlar tepeleme renk renk...yok bunları o evde hatırlamam. Sonra apartman yaptırmış aile. Bu ahşap evde çok yorulmuş anne. Ev çarşı içinde ama bahçesizmiş. Ankara soğuğunda soba etrafında geceleri buz tutan çamaşırlar soba yandığında erirlermiş ufaktan. Kömür ütüsü ile ütü.” Hey yanasıca ev” demiş bir gün canına yettiğinde..Biz çıktıktan sonra yanmış gerçekten. Isınmış tahtalar onca kardan kıştan sonra. Topal Şükrü seyretti mi acaba yangını yaşıyormuydu kimbilir.

    Demirlibahçe semti. Beş katlı on daireli apartmana gelişimizi hatırlamıyorum. İnşaat halinde iken o zamanlar çok sevdiğim amca ile fotoğraf var. Amca öldüğünde küsmüştük birbirimize daha doğrusu ben ona küstüm. Heyhat. Sonra mahallede iki üç apartman daha yapıldı. Diğerleri bahçeli küçük evlerdi.Gönül sokakda bizi zengin yağcılar diye etiketlediler. Frigidaire marka buzdolabı, ile telefonumuz vardı. Sokağın santralı olduk epey bir zaman. Biz zengin filan değildik ya da fakir de değildik. Çatıda tenekelerce yağlarımız vardı ama bir o kadar ailede endişe de vardı. İflas etmek aile erkeklerinde gelenekseldi..

    Kiracılar doğru dürüst kira vermezlerdi. Bu evde sobalı idi ne var ki iki adet sobamız vardı. Yani anacık iki soba ile uğraşırdı. Ha ahşap ha beton Ankara ayazı evlere torpil yapmazdı. Burada da çok üşürdük. Sobaların külleri buzlara dökülürdü o işe faydaları vardı.Hücara dediğimiz bir boşlukta sadece yorganlar dururdu. Bazen pamuğun ajurların arkasına saklanması gibi ben de yorganların içine saklanırdım. Isıtırdı yorganlar. Ortalıkda yoksam babaanne "hücaraya bakın" derdi. Pamuk gibi bakardım onlara.

    Okullar, okullu olmak. Demirlibahçeden  Dikimevi’ne çok yol var. Servis mi var? Dikimevi cumhuriyetin bir proje evi. Her şeyi düşünmüş Atam. Askere dikilir giysiler.Her köşede bir anlam. Sabah siyah ya da gri önlüklerle (daha ucuz olan) andımızı okuyoruz. Sadece önlüklerimiz var. Yaz kış fark etmez disiplin önemli öyle rengarenk hırkalarla andımız okunmaz. Ama andımızı okurken üşümüyoruz. Önlüklerimizin rengi bizi ayırmıyor. Ne boşnak olduğumu hatırlıyorum, ne de kim kimdir bilmiyoruz. Hepimiz kardeşiz. Kimimiz simit kimimiz kuru halka yiyoruz. Değiş tokuş yapıyoruz. Soba yanıyor sınıfta öğretmen de ara sıra sobayı kontrol ediyor. Soğuk Ankarada dolaşırken biz sobalı sınıfımızda sıcacık mutluyuz. Simitlerimizi tozlu sobanın üstünde ısıtıyoruz. Orta okulda din dersi isteğe bağlı ve okul evden çok uzak. Gün ışımadan yola çıkıyorum. Anacık sarıp sarmalamış sadece soğuktan korunmak gerek. Yollarda çocuğum tecavüze uğrar mı korkusu yok. Güven duygusu ne güzelmiş. Ne ki uykulu uykulu iyi ezberlenmemişse sure, hocanın ince sopası iniverir tepene. Olsun öğretmenin vurduğu yerde gül biter. Kinlenmeyiz.!

    Ayakta kısa soket çoraplar. Her yer kar buz. Kız lisesi yokuş ayaklar dizlere kadar mosmor. Ne soğuktun sen Ankara. Okul bahçesinde kartopu yün eldivenler vıcık vıcık sobaya tuttunmu elleri yakar ateş buz gibi olmuş elleri.Buz da yakar ateş gibi.İki örgü saçların buzdan iplere döner. Hey gidi günler hey. Şimdi biraz kar yağdımı servisler iptal. Değişim iyi ya da kötü göreceli, bence.

    Apartman arkası tepeydi oralara tırmanırdık. Annem uzun saçlarıma kırmızı kurdelalar bağlardı.Balkondan onlarla takip ederdi beni. Mor menekşeler vardı baharda. Artık yoklar. O güzel kokulu mor çiçekler. Şimdi hercai oldular. Adam suratlı oldular. Öfkeli yüzlerde kokusuz bakıyorlar. Mor menekşelerde kaldı çocukluğumuz.

    Sarı musluklu, siyah mozaik taşlı apartman daireleri. Banyoda odunlu termisfon, kurna yeşil sabun. Pazar günleri banyo yok öyle her gün duş. Gece titreyerek tuvalete gitmek sabahları saati kurup yorgan altında ders çalışmak. Misafirlerden vakit kalmaz ortam bulunmaz. Çocuklar susar, gülmez, lafa karışmaz.

    Çalışacaksan sabah çalış hem aklında daha iyi kalır derler.. Büyükler her şeyi bilirler tabii. Bir gün bodrumda oturanların evine lağim suları dolar. Kirayı vermezler, merdiven kullanmaz camdan girer çıkarlar pencere kapalı ise camı kırar girerler. Derbeder bir aile. Dede temele domuz koymuşuz der ama onları yine de çıkartmaz. Köyden gelmiş bir yakınları bir de rüya görmüştür. Herkese onu anlatır. Apartmanın olduğu yer 1402 Ankara savaşının olduğu yerdir. Doğru mu ne kadının rüyası. O ne bilsin Ankara savaşını. Asker gelmiştir rüyasına soyadımızı vermiş asker onlar üzerimize sı.....r, bizi b...k içinde bıraktılar diye bilgi vermiş. İşkillenir bizimkiler araştırılar sahiden savaş alanı yerlerdir. Timurlenk (Aksak Timur) Beyazıt’ı da burada kafeslemiştir.

    Etkilenir bu söylemden aile yine iflas ederler sonrasında. Kardeşler tek tek terk ederler binayı.
    O civarda yapılan bütün apartmanların sahipleri kısa bir süre sonra ölür. Bizim dede de göç eder bu dünyadan. Buraya yeni taşındığımızda ne tuhaftır ki balkonda birikmiş karton gazete kağıtlarını kardeşimle yakmışız korkup bakakalmışız dede de eve gelirmiş o sıra bunu işaret saymış bu ev bize yaramayacak demiş. Yaramamış da.

    Tesadüftür belki her şey. Yorumlar muhtelif ama Ankara’nın soğuğu gerçekti.
    Uzun kışlarda çok üşüdük.

    Üşürdü bedenimiz ama sıcacıktı yüreklerimiz.

    Çaydanlığın mavisi çay için kırmızısı ıhlamur için. Gece sıcak sıcak için derdi büyükler. Bütün gece soba üstünde kaynardı. O zaman şimdiki gibi beş dakika tut iç olmazdı kırmızı olacaktı ihlamur kokusu bütün evi saracaktı. Bozacımız da vardı tabii bize sorumluluk yükleyen. Bu soğukta gariban ekmek peşinde derlerdi çağrılırdı bozacı bıyıklar buz tutmuş bozacı donmuş takkesi ile kurt adam olmuş derdik biz çocuklar. Bazı geçeler merhamet tavan yapar komşularada alınırdı ikramdan. O en soğuk zamandır bilirdik biz. Aman ki aman.

    Evde sıcak bir tas çorba, komşu teyze gelirse çaya yanında börek puaça oh ne ala.

    Güzelmiş çocukluğumuz selam anılara..

    Cahide Yormaz Öz
    1.4.2017 mi NE

     

  • Bir Kadın

    kadın Gecenin bir vakti, yoksa sabah mı demeliyim! Ne gece ne sabah, öyle bir saat. Kaçtı yine uykum hep kovalamadayız onunla bütün bir gece.


     

    Hep kaçarlar kafalarına göre, giderler bir yerlere bir türlü organize olamazlar bir yerlerde. Nereye kaçarlar ben de bilmem. Barışık olmadığımızdan bu haller. Gecenin kuytu kuyularında bir taş atılmaya görsün inerler peşi sıra. Ara dur sonra, barışamadık uykuyla. Ne o bende kalır ne ben tutarım onu, öylesine bir kavga.

    Beyinde buluşuruz önce hevesle hadi sakin geçsin deriz bu gece. Hatta dileriz birbirimize iyi gece. Aniden çıkagelir bir bozguncu takılır bir nifakçı cümle eskilerden, başlar işkence.

    Anlamadı beni kimse. Ne deseydim de gelirdi aşk, iki çocuk doğururdum şiir gibi, ev yapardım kocaman, bir odası roman, bir odası öykü pembe panjurlu evi anlatan balkonu novelladan. Sevseydin beni hep defne kalırdım sen gibi yeşil ve taze, meyvesi siyahtan. Zeytinimsi.

    Acı mı olur dedin çalardık o zaman komşu bahçeden sarı kirazdan, tatlanırdı belki gelecek diyebilseydim sevdiğim birazdan.

    Kimlere gitmiştir bu cümleden olanlar. Ey uykusu kaçan kadın cennet midir sana o adam. Yok deme sakın var mıydı bu öyküde adın. Kaçar uykular bitince rüyalar sana mahsus değil bu satırlar anla be kadın.

    Bitir cümleni kapa pencereni girmesin evine duman, yine yakmış bir kadın sevdiğini anlatamadan.

    Bir arı vızıldar aniden sabah olmuştur penceren. Arı ile sobet edersin ben uyumadım sen çiçek gezersin.

    Bal böceği, dolaş her renk çiçeği, kimi gül goncesi, kimi deve dikeni, kimi deniz lalesi, kimi kaldırım çiçeği.

    Değişmez çiçeklerin gerçeği. Açarlar, düşerler... Yoktur çoğunun uyku gerçeği, akşam sefaları sefalıymış, akşamları arı ile sohbet, verilmemiş onlara tanrıdan bir zahmet.

    Bende isterim Tanrım senden bir rahmet. Bölme uykularımı olmasa da o yar gerçek arı ve çiçek gibi uykuda ver koyu bir sohbet.

    Küserim uykularım sana yorarsınız beni hem de hasretken onunla rüyalarıma. Oysa küsmelere vakit yok sevmelere az kalmışken zaman olmasa hayaller yaşanabilir mi gerçekler. Hiç olmazsa rüyalarda yaşamalı hayaller. Yakışıksızdır öykünmeler. Yok artık çiçekli bir bahçe, başka bahçelerde açacaktır güller. Bahçevan, güneş su farklı değildir aslında manzara bahar. Karışık esti yine rüzgarlar esmiyor meltem, kırıcıdır fırtına, hayaller gibi uykularında yalancı umma ondan vefa.

    Yeni bir sabah, akşama uykuyla kavga, gün geçecek öylesine.,

    Yarı uyanık yarı uykuda ne hayal ne rüya

    Öylesine

    Ebruli günler

    Bir açılaa bir kapana...

    Kendi kendine konuşuyordu kadın

    Sözlerine kulak dayadım

    “anlamadı, sevmedi sevdiğim”

    Diyordu yüksek sesle

    Hayli meraklandım

    “kapa pencereni” dedi bir ses “ girmesin evine duman”

    Bir kadın yakmış kendini anlatamadığından...

    Cahide Yormaz Öz

    27.5.2016

     

  • Dingin

    Yaz bitmiş. Hep bitmiyorlar mı zaten? Özlemler, umutlar bitmiyor ama yazlar kışlar bitiyor yeniden yeniden bekleniyor sadık duygularla. Yoruyor bu umutsuzluk neyi beklediğini de bilmezken. Hep yeni birşeyler olsun hayatın akışı değişsin istiyorsun. İşte yorgun hissediyorsun kendini ve kaçmak bir yerlere oysa beraberinde götürüyorsun tüm duygu ve düşüncelerini. Seni azat etmiyorlar.


     Yaz bitmiş ama henüz sıcak arada bir bulutlar, haber veriyorlar sonbaharı. Ağaçlar daha sonbahar hazırlığında değiller henüz. Uzatmalardalar. Umut veriyorlar belki bir yaz haftası olabilir. Gençlikte çok gidilmiş bir tatil beldesi yine. Huzur mu aranır anılar da sessizce.

    Bir otel odası. Sevmem otel odalarını. Gelip geçici mekanlar önce ürkütür beni. Onun için mi tekdir sevdalar. Olmamıştır hiç daldan dala konmalar. Yüreğin alışır birine hep onda kalırsın. Belki uzun bir zaman değildir ama yeri yıllar öncesi sanki ayrılmıştır.

    Neyse Yabancı odaya önce bir düzenleme yapılır. Silinir tüm izler bir bezle. Havalandırılır. Yeni bir hava girmelidir bana ait.
    O zaman bütünleşebiliriz odayla. Güneş kremimi bir rafa koyduğumu sanıyordum .Bulamıyorum. Karıştı sanırım raflar da düşte. Getirmemiş olabilirim. Canım sıkılıyor bu tedbirsizliğe. Neyse kötü şeyler düşünmemeliyim. Yakarsa yaksın, yakan güneş olsun.

    Otel odasında bırakıyorum telefonumu. Çalmasın istiyorum. Sanki çalarmış gibi.Kendime bir önem atfediyorum. Ve gülüyorum kendime.
    Başka bir otelin plajına dalıyorum. Tenha her yer.Birkaç kişi var.Yüzü sivilcelerle dolu bir çocuk şezlongları düzeltiyor.

    “Günaydın çocuğum bana bir tane gölgeye çekermisin” diyorum.

    “abla böyle sırada olacaklar bunlar bozulmaz” diyor.Teyze demediği için kızmıyorum.!

    Cetvelle düzeltir gibi sıraladı şezlongların her birini. Patron simetri takıntılı belli. Belki de kendi darmadağın biri kimbilir!

    Şimdilik başım gölgede kalacak birine uzanıyorum.Sade bir kahve istiyorum.

    Çok tenhayım bende plaj gibi. Yalnızlığımla birlikteyim. Edip Cansever’in dizesi gibi “Bakmayın etrafımda çok insan dolandığına, sırılsıklam yalnızım aslında” dediği gibi. Usumda kalabalıkta, duyguda beter yalnızlıktayım.

    Bu defa çok hoş geliyor bu sessizlik. Düşünmemeyi düşünüyorum. Düşünmeyi düşünmemek de düşünmek değilmidir?
    Oğuz atay’ ı okuyorum.” Korkuyu beklerken” Hep korkularla bekledik. Mutlu olur muyuz dedik, kaybeder miyiz dedik, gider mi dedik hep bekledik hep korktuk.

    Kendisini eve kapatmış adam yani romanın kahramanı. Şimdi benimle bu yerde. Ha bire öleceğim diyor. Merak ediyorum. Çok kararsız. Öleceksen öl artık diyorum. Deniz dalgalanmadan buluşayım onunla. Bir denize bakıyorum bir adamın ne yapacağını okuyorum. Hiç beni duymuyor. Bahçesinde ki ayrık otlarını ayıklamaya başlıyor. Oh bu iş uzun sürecek belli. Başımı düzlüyorum tahta sırada ne halin varsa gör diyorum düşünce setime. Bacaklarım ayrı takılıyor. Gün doğusu rüzgar, güneş, hoş bir birliktelikteler. Ayaklarımda ki sıcaklık bütün bedenimi sarıyor.Beynimden bağımsızlar. Parsel parsel bedenim. Orta bölgem sakin. Çok sıkı bir kahvaltı yaptım.Hiç birşey istemiyor. Sessizde. Tatlı bile düşlemiyor.Fincanımda neler çıktı neler. Fal kapatıyorum öylesine. Gözlerimin işi var. Benzet bakalım geldi mi müjde kuşları, yollar var mı yarına, sevgi tenceresi kaynayacak mı, iyi şeyler görün gözlerim. Onlar da öylesine bakıyorlar. Tercümesiz.

    Çalkalanıp duran deniz. Gelenleri içine almamazlık etmez, ama dalgalarıyla girenlerin izlerini siler bırakmaz. Kabulsüz bir kabuldedir sular. Girenlerin duygularını da DNA larını da vurur sahile habire. Temiz tutar kendisini. Dalgalar sesleri ile çok şey anlatırlar. Biz anlamayız o dili.

    Anlaşılmaz bir sır dildir. Anlayamadıklarımız gibi.

    Güneş, deniz, rüzgar aralarında fısıldaşırlar.İnsana dokunurlar asla sır vermezler.

    Bitti mi ayrık otları merak ederim dönerim o tuhaf adama.

    Hala kararsızken o, çakıl taşları toplamaya başlıyorum. Beştaş oynuyoruz benle. Çocukluğumuzda ki gibi. Köprünün altından geçiyor taşlar tek tek sonra onları köprü çıkışında topluyorum yine tek tek. Hiç onları düşürmeden oynuyorum. Düşürsem yanarım öyle derdik çocukken sıra bozulurdu. Sıra benim benime gelmiyor hep ben oynuyorum. Kızıyor birden dağıtıyor taşları. Olsun ben yendim ya beni. Kızarsa kızsın. Önemli değil. Mızıkçı ben. Midye kabuğundan bir madalya yapıyorum kendime. Garson çocuğumu çağırsam o mu taksa seramoni olsa. Yok daha neler patron zaten takıntılı karışır çocuğun aklı.

    plajda biri var...

    Gülüşüyoruz benle hadi kutla yendim de..

    ..
    Tuhaf adam, tuhaf dünya bende bir tuhafım galiba güneş fazla mı geldi ne!

    Yeter bu kadar oyun, dalgalar beni benden alın, karmaşık her şey hep o tuhaf adam yüzünden,ayıklasın dursun ayrık otlarını zaten sayfaya da koymadım mim. Rüzgar karıştırmıştır iyice kafasını, bana ne..

    Sabahta dingin,
    Gün ortasında dünyasal
    Gündoğusu rüzgar
    Akşam yine yorgun
    Düşünceler yarına ertelenmiş
    İşte böyle bir şey
    Bir yaşam
    Yapılacak işler
    Bir kaç saatliğine güzeldir yaşam
    Sonra yine karışır her yer, her şey
    Düzen senin dışında işler
    Boşver bitmez işler
    Otel odasında karmaşık düşünceler
    Bozuldu düzen
    Bitti yaz
    Bıkkınlık, umut, mola
    Ayaz mı ayaz
    Dinginlik fora...

    16 Eylül 2015 miş /AKÇAY

    Cahide Yormaz Öz

     

  • Kırklı Yaşlar Cahide Yormaz Öz yazısı

    Cahide Yormaz Öz Konuk Yazar YazısıKIRKLI YAŞLAR

    “Eyvah eyvah 40” dedi bir kadın yazar. Yine 40 lı bir hikaye yenilerde aynada çizgilerden korkmak gibi.  Kırklarda otuz gibi durduğumdan veya bu konuda endişe duymadığımdan hiç aklıma gelmemişti bu panikleme. Daha aynalarla derdimiz yoktu o zamanlar.

    Bin yıldı zaten..

    Dünyaya ayna tutuyordu beynimiz ve yüreğimiz hatta derbederdi çoğumuz. Çiçek çocuklar dediler. Çiçeklenmeliydi dünya. Çiçek sevgidir, barıştır umuttur bir bakıma. Kirli uzun sakallar, ayaklarda çarık benzeri kalıplar, kızlarda uzun renk renk etekler saçlar sereserpe en doğalından. İç dünyayı temiz tutmaktı önemli olan. Dünyayı kurtaracaktık harbiden. Savaşlar olmayacaktı. Savaşma seviş bile dediler de olmadı vakitler bu deyişe. Özgür düşünce, herkes eşit, herkes mutlu kimse kimsenin buyruğunda değil özgür ülke olacaktı. “Emperyalizme hayır diyorduk. Dövüldük, sövüldük, zindanlara atıldık astılar hatta bizi! Sonra parkamızı, hırkamızı müzeye, anılarımızı kağıtlara düşürdüler. 

    “Bitlendim ben Anne” dedi zindanda tarık Akan en azından bu eylem. Otuz kilo ağırlığında giren Mamak Cezaevi’ne altmış kilo çıktı tığ teber. Susanlar her zaman muteber.

    Yıkanmak bile lükstü oralarda kuru temizlemeye gidiyordu bedenler, yiğidim aslanım Uğur Mumcu güldürmüştü epey “Sakıncalı Piyadede”

    Kitap okurduk çokça yoktu öyle bol akçe. Ülkeyi borca batırıp tüketim olamazdı hakça.

    Linguistik, akustik, probiyotik ! bilmezdikte bilirdik nedir dialektik.

    Hayat bilgisiydi o, Felsefesi yaşamın, dengeler, çelişkiler bireysellik değildi dert. Toplumda faydalı fert olmak asıldı. Deniz de asıldı. Köpürttü dertleri söyledi gerçekleri gelsindi ip.

    İnsanlar tip tip kimi bana neci, şucu bucu, Ülkesini seven sağcı solcu kaçtın ipin ucu dolandı haksızlığın kemendi böldü düşünceyi.

    Yüzümüzde çizgi mi var en fazlasından annenin küçük alüminyum kapaklı pertev kremi var.

    Belki fakirdik ama yerliydik bunca gençlik güzellik meraklısı değildik. Yeşil sabunla yıkanır saçlar doğanın önemi var. Özgürdü ağaçlar. En azından onlar ölmüyorlardı o emperyal karmaşada.İşi ,aşı olmalı, kimse kimseye muhtaç bağımlı olmamalı. O üst akılları atarsan dünyadan nefes alırdı ülkeler. Araba, telefon neyin hiç akla glmezdi örneğin. Kırk yaş endişesi hiç konu değil.

    Kapitalizmle arttı söylemler, değişti ekonomik göstergeler daha fazla tüketim daha fazla pazar ol emperyallere , önce kadın baş malzeme. Bedenle ilgili muhabbetler, önce sıfır beden öldü Twigy zayıflıktan hadi biraz etlen dediler o ara. Sonra fitnesler, pilatesler, renk renk toplar, kıyafetler, salonlar, aletler, detokslar, botokslar, jeller, kremler. Boşuna öldü gençler! Hani o korkulan kırklara varmadan. İdeallerinden dolayı öldürülenler. Her yer oldu pazar. Emperyalizm tuzağına düşenler borç gırtlağa kadar. Bedenlerimiz, ilişkilerimiz , satılığa çıktı hatta aşklar. Ağalar, beyler her ürüne tarife var. Luis Vutton çantalar...Güzelliğe güç katan parçalar. 21 günde mutluluk reçeteleri kahkahalarla, evlilik tüyoları, entrikalar, paralı röportajlar. Valla birilerinin yalancısıym bilmem bu konuyu her halükarda pazar marketing derler ya içimize işledi bu ayar. Kanunlar bile değişti arttı tazminatlar. Değişti toplumlar, savaşlar hız kesmiyor gençlik malzemeleri kadar öldürecek silahlar imalatı da doludizgin.

    Sizce huzur buldu mu dünya?

    Ah çiçek çocuklar, bazen hipiler saf saf dünyayı değiştireceğini sanan romantikler..

    Otuzlu, kırklı yaşlarda bile hala dünyayı düşünen biz kalanlar şimdi yetmişlerde dede, nine bizde durur o romantik tohumlar biz hala değişemedik çocuklar sizlerden anıyız bu zamanda bu yaşlarda. Geldik diye korkmadık bu yaşlardan, bedenimizi öne atmadık hala düşünürüz dünyayı nasıl güzel olmalı yeni nesil umut çiçekleri açmalı savaşlar bitmeli, yabancılar bize hükmetmemeli.

    Aynalarla bir düşmanlığımız yok bu doğanın gerçeği. Bizi yıllar değil haksızlıklar, eşitsizlikler korkuttu, korkutuyor.

    Ve hala güzeliz. Kadın her yaşta güzel olabilir.Anne, anne olmadan, öğretmen, kariyerli eğiten seven kendi ve dünya ile barışık nesiller yetiştiren, üreten bireysellikten uzak, ülke, insan, hayvan mutlu olsun hala bu endişelerdeyiz.

    Fidanlar, çiçek çocuklar, Hüseyinler, Denizler, idealist Türkan Saylan gibi kadınlar sizlerin yaşı yok. İnsanlık için, özgürlük için, ülke için yaşamış ve ölenler için ki onlar ölü değildirler hala birer idealdirler. Onlar kırklarına varmadan kırk bin anı bırakanlar..

    Kusura bakmayın genç kadınlar

    Nedir bu endişe?

    Ne güzel yaşlardır bu bir bilseniz!

    Sevgilerle...

    Cahide Yormaz Öz

    16.6.2018

    İlgili linkler:

     

  • Mana Arama Yaşa Şiir

    Şiir

    Mana Arama Yaşa

    Bende içime yazdıklarımı,

    kalemle kağıtla bir buluşturabilsem.

    Şiir mi olur ,benden şair mi olur diye hiç düşünmeden....

    Anlayana ne bir imla gerek ne bir mana

    İki eşik arasında,beşikten mezara

    Kendini arayan insanlarla dolu bu Dünya....

    Nehir akıp gidiyor, niye aktım demiyor,

    Rüzgar bulutları bulutlar su topluyor kar yağıyor

    Doluyağıyor yağmur yağıyor niye yağdım demiyor...

    Doğada herşey oluyor hiç birşey demiyor....

    Biz niye diyoruz iki kelimeyi binlerce düşünüyoruz,

    Akıl işimi ruhun cilvesi, bir eser yoksa esir miyiz?

    Akılla kalb arasında bir yerdeyiz bu kesin...

    İçime yazarım esir alırım döksem dışıma esir olurum

    Peki ben nasıl Özgür olurum???

    Rüya mı gerçek gerçek mi rüya ?

    Düşünmeden

    Unut düşünmeyi, unuttuğunuda unut

    Hiç yaşamamış gibi

    Ne bir anlam ne bir mana ara

    yaşamaya başla ,diyor içimdeki bana.....

    NP

    Şirince.

     

TOP