kentseldeğişim

 

  • KENTLERDE SİYASETİN TARİHLE İLİŞKİSİ VE ETİK DEĞERLER

    Konu başlığımızda anahtar kelime AHLAK değil midir?

    Kimliğimiz, alt yapımız, görgümüz, meslek seçimimiz, yaşam biçimimiz, insan ilişkilerimiz, duygusal yaşamımız, insana bakışımız, yaşadığımız kentteki duruşumuz, geleceğimiz, geçmişe saygımız, tarihe olan bağlılığımız, vefa duygumuz, insan emeğine saygımız, çevreye duyarlılığımız, bugün yaşadığımız yarın çocuklarımıza bırakacağımız şehirlerdeki yaşama serüvenimiz hep ahlak olan zemin üzerine kurulmamış mıdır?

    Kentler üzerine koyduğumuz, insanın aidiyet ve barınma dürtüsü ile geliştirilen yapılar bizim ahlak göstergelerimizdir. Ahlak doğru ve güzelse yapımızın da sağlam olması, zeminin doğru seçilmesi zorunludur. Hem fiziksel hem de karakter anlamında. Ahlaksızca bir yapı inşa ediyoruz diyelim, zemininden su çıkıyor. Ama drenaj pahalı diye tüm suyu toplamazsan eksik ve kalitesiz malzeme kullanırsan ayrıca da yapı çevrenin dokusuna, tabiatına uygun değilse, o yapı bir depremle ya da başka bir nedenle yıkılabiliyor. Bin bir zahmetle kazanılmış paraları verip barınma ihtiyacını karşılamak isteyen yüzlerce binlerce insanı mağdur ediyorsun, sen kazandın sanıyorsun… Hayır, kazançlı kimse yok, mağduru çok. Önce ahlak kavramı yara alıyor. Mağdurlar da belki pek masum değil. Çok defa bilerek daha ucuz diye tamah ediliyor, karşıya ödün ve cesaret veriliyor. Ahlaklı vatandaş olmak önemli. Kendi yaşayacağı yere önem vermeyen tarihe nasıl önem verebilir? Tarihini, zenginliğini bilmeyen, kazılarda çıkan tarihi kalıntıları sıkıntı olarak gören, onlardan kurtulmayı düşünen ya da bir maliyet artışı gibi gören zihniyet ister halktan biri olsun ister bir siyasi ne fark eder? Önce birey aydınlanmalı ki siyasileri dikkatli olmaya teşvik etsin.

    Yine büyük projeler gündemde. İstanbul’da sekiz bin yıl öncesine kadar giden neolitik eserler, Bizans ve Osmanlı eserleri bulunuyor. Günlük basında gördüğümüz kadarı ile bu, ne halkta ne de siyasilerde bir heyecan yaratıyor. Adeta bunlar da nereden çıkıyor da işler aksıyor havası var. Bu büyük projeleri yapan kurumlar biraz da bunlara yatırım yapın lütfen. Dünyada tarihi olmayan ülkeler ne komik şeyleri tarih diye pazarlıyorlar da biz bir büyük hazinenin üzerindeyiz ama hoyratça -harcamıyoruz bile- sadece yok ediyoruz. Türkiye dünyanın bir tarih müzesi olabilir, buna yatırım yapılsa petrolden bile gelmeyecek bir gelir elde edilir. İstersek on adet köprü yapalım nüfus planlaması yapılmadıkça ya da şehirlerde oturan insan sayısı dengelenmedikçe bu köprüler hiçbir işe yaramayacak, trafik sorunu çözülmeyecek. Sadece tek kalan güzel boğaz manzarası, köprülerle bir kafese benzeyecek, çirkinlik katlanarak artacak. Surlarda olan olaylar gündemde. Bunlar onarılsa, turizme açılsa… Ne bekleniyor? Sanırım rant hesapları henüz tamamlanmadı. Toplumsal bir rant paranoyasında gibiyiz. Herkes bir parçanın peşinde. Ahlaklı vatandaş olmalı dedim ya Madam Curie’nin bir sözü var “Fertleri tekamül ettirmeksizin daha iyi bir dünya bekleyemeyiz”. Alırken de verirken de göz yummamalıyız çirkinliğe.

    Şehirler arası seyahat ederken hep natamam çatılarda demir filizlerinin yükseldiği, muhtemelen kaçak, sıvasız, her biri bir yöne bakan, balkonlarından çamaşırlar sallanan, çiçeksiz, çöplük gibi evler ve bahçeler hep canımı sıkmıştır. Bunları söyleyince de hemen halkı küçümsemeyin demogojisi yapılır. Küçümsemiyoruz, çıtalarını yükseltmek istiyoruz. Geliştirin insanları, bildikleri dünyaya hapsetmeyin. Oysa Avrupa’da herhangi bir köyde bile bir güzellik görürsünüz. Çiçeklidir balkonlar, harap yapı yoktur, sıvası bozuk değildir. Oraya buraya savrulmuş hurdalar yoktur. Yemyeşildir her yer. Manzara beni dinlendirir ama içimi kavurur. Neden bizim ülkemizde bu kadar basit bir güzellik bile yaratamayız? Artık yaşlı biriyim. Ömrümce ülke şantiye havasında, bir türlü durulmadı. Evet dinamik genç nüfuslu bir ülkeyiz ama bu kadar yorucu olmamalı yaşam. Formülü bulunabilir her şeyin. Bir güzellik olmadı hiçbir zaman, kargaşa hakim. Üstelik eski kalmış çok az sayıda güzelliklere, yapılara da göz diktik. Yeşil düşmanıyız adeta. O görkemli yapılar ya bakımsızlar ya da devasa, ruhsuz, ürküten bir tepeden bakar gibi duran yapıların ortalarında kaybolmuşlar.

    Tarihi yapılar önce bakımsızlığa terk ediliyor, çürüyorlar sonra da nedense birden yanıveriyorlar. Sonra çok üzülmüş gibi yapıyoruz, aslında hazır planlar…

    Alınıyor güzellikler tek tek. Bir AVM’dir gidiyor. ABD’de geçerli olabilir. Onların tarihi yok ki. Geçmişleri 200 yıl. İnsan ilişkileri sıcak değil, yalnızlıklarını alış veriş yaparak, paten kayarak, soğuk ve ruhsuzca yaşıyorlar. Kovboy şapkaları tarihleri. Bizim tarihimiz dünya tarihi nerede ise. Bin yıllık bir devlet geleneğimiz var. Devletler, imparatorluklar kurmuşuz. Nedir bu hoyratlık, hem geçmişimizle övünüyoruz hem de geçmişe saygı göstermiyoruz. Vefa, saygı ahlaktan değil midir?
    Ne sabırla işlenmiş o taşlar, çalmışız kırmışız güzelim çinileri, üç beş paraya satmışız yabancıya ya da yurt dışına kaçırmışız tarihi. Çok az eskiler, yeni ruhsuz hiçbir estetik taşımayan sadece büyük anlamsız yapılar içinde kaybolmuşlar.
    İstanbul dünya şehri diyorlar, evet boğazda tekne ile dolaşırsan bir güzellik var, basınca ayağı karaya karşılıyor türlü mezbelelik.

    Geçen gün bir panele dinleyici olarak katıldım. Kentsel dönüşüm konusunda idi. Bursa’dan bir fotoğraf gösterdiler inanamadım. Şehrin ortasında bir kaç grup bina şehrin ortasında bir büyük ada oluşturmuş. Orta yerde kocaman bir ur gibi duruyor. Aradan bir yerden 2 metrelik bir basketçinin yanında duran bir cüce misali çok övündüğümüz imparatorluk başkentinin ulu mu ulu ULU Cami’in minaresi, düştüğü alçak durumdan utanır gibi aradan gözüküyor. Çok acı bir görüntü. Hani tarih bilinci, bu mudur tarihe, tarihte yaşayanlara saygı? Niye gözetilmiyor bu detaylar, niye işin ehline verilmiyor projeler?

    Ailem Rumeli’den göç ettiğinde Rumeli gibi yeşildir diye Bursa’ya yerleşmişler. Övünürlerdi yeşil Bursa diye. Şimdi gri Bursa, bu kadarla da kalırsa. Ankaralıyım ben. Doğma büyüme. Yirmi dört yıl önce bir nedenle İstanbullu oldum. Nasıl özlerdim Ankara’yı. Kızılay, Tunalı Hilmi, Kuğulu Park, Bahçeli, Papazın Bağı, Keklik Pınarı, Gölbaşı, Zafer pasajı yolunu, kaldırımını her şeyi özlerdim. Ankara’ya gelir gelmez bir yerlere giderdim. Her gelişimde bir yerin daha yok olduğun gördüm, hatta mevkiini bile bulamaz oldum. Hep şoktan şoka girdim. Devasa binalar, alt geçitler, çirkin üst geçitler, tüneller, yok olmuş bahçeler. Üstüme üstüme gelen duvarlar, arada duvarları bile zincirlemişler. Estetik neredesin, nerelere kayboldun? Ben mimar, mühendis değilim ama biraz dünya gidişatına, olaya, alaya kafa yormuş, gündemi, dünyayı sıkı takip eden bir vatandaşım. Benim gözlerim mimar mühendis. Gördüklerim güzel değil hiç değil, çok yorucu. Bu devasa binaları şehrin dışında bir yerlere yapsaydınız, eskiyi eskide bıraksa idiniz. İsteyen yeni yapılarda isteyen anılarında yaşardı. Ayrı ayrı güzellikler olabilirdi. Çok karışık her yer bir düzen yok. Estetik yok. Galiba rant çok.

    Genç kızlığım lise çağlarım Bahçelievler’de geçti. Her sokak ayrı bir masaldı. 17-23-35 sokaklar 1-3-7. caddeler ne güzeldiniz. Marka dükkanlar yoktu ama sıcacık komşuluklar vardı. Sokaklarda tek tek ayrı günlerde yürümeyi yeğlerdik. Bir gün bir kaldırımını ertesi gün öteki kaldırımını seyrederdik. Bahçelievler küçük şiir gibi evler, güzel bahçeler, ortancalar, güller, pencerelerde dantel perdeler. Kapı önlerinde çay masaları, selamlar ve ikramlar esirgenmezdi. Atatürk Orman Çiftliği. Nefes aldığımız ne güzel yerdi. Doğal ürünler alır minnetle anardık ATA’yı. Duyumlara göre Atanın bağ evi de ne olacak belli değil. Kuğulu Park iki taraflı idi koru gibi o da minicik kalmış ay’ları kırpıp yıldız yapıyoruz sonra da gökyüzünde kaybediyoruz. Önce küçültüyoruz alanları sonra da yok ediyoruz. Eskiyi bilmiyor bence yeni sakinler ya da dışarıdan çok geldiler, bildirilmedi onlara bu şehrin kıymeti. Dönüp dolaşıp tarih bilincinin eksikliği ortaya çıkıyor. Okullarda her yerde toplum sivil kuruluşlarınca bu bilince çağrı yapılmalı. Ata’nın Başkentinin bir ruhu vardır. Ruhunu kaybetmiş benim şehrim. Atatürk Bulvarı çift kaldırımlar akasya ağaçları ile dolu idi. Ortada çirkin kendisi de yerinden hoşnut görünmeyen Kızılay binası, ne güzel minik tarihi bir yapı idi eskisi. Tabelalar, tabelalar, seyyar satıcılar, görüntü çirkinliği gırla. Ufak görüntüler koca AVM’leri güzel göstermiyor. Bahçelievler sakinleri de atlamasa idi bu ranta, vermeselerdi evlerini bir kaç kata bozulmazdı o güzellik. Herkes kandı ‘yap satçı’ya.

    Kimse masum değil. Önce halkın bilinçli olması lazım. Biraz geçmişe saygı, biraz geleceği düşünme… Halk bilinçli olsa biraz, ne oluyor bitiyor gözlemlese, ortak olmasa çirkinliklere, siyasiler de halka saygı duyabilirler sanırım. Sen kaçak katını meşrulaştırmak için oyunu verirsen vaat edene, artık saygı bekleme. Halk istiyor o siyasetçi de yapıyordur. Sonra ne faydası vardır isyanın ya da şikayetin. Alan memnun veren memnun olunca, irdelenmeyince, kafa yorulmayınca hiçbir şeye yok olan tarih, karartılmış gelecek, ürün vermeyecek doğa, pazarlanacak kanserojen ürünler hastalıklar artacak, yeni büyük büyük hastaneler yapılacak, bir kaç kişi daha zengin olacak ama daha çok kirlenecek hava, deniz, dünya ve kaçınılmaz olacak zor yaşam. Ben bir AVM’nin Mc.Donalds restoranında asla mutlu olamam. Papazın bağı’nda ince belli bir bardakla semaverinde kaynayan demli çayın yanında Ankara simidi yemeyi hiçbir şeye değişmem. Aygün Sinemam, Arı Sinemam yok olmuşlar. Herkes kapanmış bir yerlere. Herkes tutuklu da kimsenin haberi yok. Yeşil yok umurunda değil kimsenin, bulduğu yeşilde de yakar illa mangalı, bırakır çöpleri. Al yanına termosunu, çöreğini otur yeşil bir parkta. Bunları hayatımıza yeniden sokalım bu AVM’lerden kurtulalım. Yeniden sosyalleşelim. Kendimize, çevremize, ülkemize olan bu yabancılaşmaktan kurtulalım. Konuşa konuşa tüm bilinçlerimiz açılır.

    Canım kardeşimi kısa bir süre önce kanserden kaybettim. O terapilerde iken Ankara’da onun yanında idim. Ev hastane arası yeşil bir yer olsa da beş dakika kardeşime bir hava aldırsam bir güzellik görse de moral olsa diye boşuna uğraştım. Yoktu öyle bir yer. Sadece tünellerden geçtik. Cebeci’de şimdi o, oranın da yeşili yok. Bu hastane yolunda Çukurambar semtinde yine devasa bir demir yığını blok nedir bu anlaşılır gibi değil. Sorduğum hiç kimseden bir yanıt alamadım, ne gaye ile başlanmış nasıl projesiz plansız düşünülmeden yapılan işlere, israfa, çirkinliğe bir örnek ancak o demir yığını olabilirdi. Bir ara kardeşimi birine emanet edip çok bunalmıştım Gençlik Parkı’na gittim belki moral bulurum diye. Bir koca hayal kırıklığı daha yaşadım. O çeşitli ağaçların, salkım söğütlerin altındaki gölge çay bahçeleri gitmiş bir karış toprak görünmüyor. Her yer her yer taş kaplı. Taş insana ne verebilir ancak taş gibi katılaştırır, katıldım kaldım bende. Medine’deki gibi beyaz karolar (epey zengin olmuştur birileri) güneş vurmuş ısınmış taşlar cas cavlak bir gölgelik yok. Çay içecek bir bahçemsi yer aradım. Bir takım prefabrik acayip barakalar bir çay içmeden hızla çıktım o yerden. Çocukluk, gençlik bütün anılarım o beyaz taşların altına gömülmüş, yazık dedim. Nerede ise ağlayacaktım. Ne yaptınız benim Gençlik Parkı’ma. Taş, beton, çimento bu mudur şehircilik? Bir yerler yıkılacak, birileri kazanacak diye olur olmaz işler yapılıyor. Taşları yayan (ha bire değişen kaldırımlar bu da ayrı bir konu, israf da günah değil midir? Bu da ahlakidir.) ağaç kesen birileri kazanacak diye. Kontrol mekanizması herkese uygulanmıyor. Eskişehir gibi kuru bir şehir Avrupai bir şehre dönüşüyor ama onlar çokça denetleniyor. Adalet lütfen.

    Ahlak aynı zamanda adil olmaktır. “Zengin olmuş” yerine “çok dürüst, ahlaklı bir politikacı idi” desinler, biz de heykelinizi dikelim.

    Heykel deyince bir heykel düşmanlığı da var. Müslümanlık herkese hoş görülü olmaktır bu da bir ahlaktır. Beğenilmeyen, yıkılan heykellerin yanı sıra bir de onları karalama furyası var. Gençler niye yapıyorsunuz böyle? Niye güzel rahatsız ediyor sizi? Heykeller, parklardaki banklar, trafolar, alt geçit yerleri hep acayip bir şekilde boyanmış, karalanmış. Ne hakkınız var gözlerimizi rahatsız etmeye, parkımda rahat oturmama, ya on dakikalık bir ferahlamaya neden izin vermiyorsun? Oturduğu yeri tahrip eden biri tarihi nasıl koruyacak? Eğitim, eğitim evde okulda her yerde. Kimse yanlış yapan birini görünce ikaz etmiyor. Korkuyor herkes birbirinden. Bu korkularla bir yere varamayız. Bu şehirde yaşıyorsan şehirde yaşamanın kurallarını bileceksin. Böyle bir özgürlük dünyanın hiçbir yerinde yok. Bu şehir, bu ülke hepimizin. Öğretmenler A-B-C den önce ahlaklı yetiştirin çocukları bu her bilgiden daha önemli, yaşadığı yeri, sokağını, kentini, doğayı temiz tutsunlar. Bize bırakılanların değerini bilsinler doğru öğrensinler tarihlerini. Yalan bilmesinler de yalan söyleyen büyükleri mahcup etsinler. Parktaki heykeli niye kırar, niye boyar alt geçitleri, neden çöpünü sokağa döker, neden tükürür yere, neden bilmez ağacın yeşilin faydasını, neden bilmez tarihi bir yapının onun kendisi olduğunu, ona da bir çok şeyin lazım olacağını? Ahlak dersleri verilmeli, vatandaşlık dersleri olmalı, köyde, kentte oturmanın adabı öğretilmeli, estetik dersleri verilmeli, tarihi yerlerin değeri anlatılmalı. Önce öğretmenler bunları önemsemeli, öğrenciler onları örnek almalı. Siyasilerimiz halk bunu istiyor diye rahatça hareket edememeli. Tarih geçmişimizdir. Tarih atalarımızdır. Atalarımızın emeğidir. Görgüdür, öğretidir. Tarih yaşanmışlıktır. Yol göstericidir. Tarih bizatihi geleceğimizdir.

    Ütopik midir düşüncelerim?

    Tüm ülkem, tüm insanım etnik kökeni ne olursa olsun (aslında her bir etnik grup bu ülkenin bir zenginliğidir.) önce birbiri ile ve tarihimizle barışsın. Sen ben kavgası olmasın herkes kendi için değil ortak menfaatler için uğraş versin. Düşüncelerini iyi niyetle söylesin. Siyaset girmesin hiç bir yere. Sadece adil bir yönetim için bulunsunlar. Yetkileri bununla sınırlı olsun. Bitsin bu politik kavgalar. İnsanların yaratıcı gücünü yok ediyor bu çatışmalar, bu ortamlarda kimse ne ülkenin yarını ne de korunması gereken geçmişi umursamıyor. Kısır çekişmelerde hiçbir şey anlam kazanmıyor. Böylece tümden bir yok oluşa gidiyoruz. Hep günlük kurtarışlar içindeyiz. Rant kavramı kalksın. Kendi üç beş kuruş karı için ülkenin toprağı, zenginlikleri ne yerliye ne de yabancıya peşkeş çekilsin. Her şey yurdum için ve yurdum insanı için yapılsın. Devasa bloklarda kaybolmayalım. Bitirelim bu hoyratlığı...

    Kentsel dönüşüm; gerekli yerlerde, deprem tehlikesi saptanmış yerlerde, orada oturanları başka bir yöne atmadan kendi bölgesinde bıraksın. Tarihi doku -kalanlar tabii- yeniden korumaya alınsın. Seçim öncesi politikacılardan bütün bu konularda teminat istensin ve takibi yapılsın. Beton kaplandı her yer toprak kalmadı nefes alamıyoruz farkında değil miyiz? Malzemeler kanserojen, doğal ürünler yiyelim, yeniden yeşertelim yine kendi tohumlarımızı, bahçelerimiz olsun, yanmasın her yaz elde kalan bir avuç orman, rantiye olmayalım. Kendimizden başlayalım işe. Çevremizi bilinçlendirelim en önemlisi yeni nesli bilinçli kılalım. Önce fastfood ve AVM’ lerden uzak duralım. Bu bağımlılığa mahkum etmeyelim çocukları. Analar babalar, öğretmenler ahlaklı ise bu gruplar, siyasiler değişmek zorunda kalırlar. Yanmasın tarihi yapılar, boşuna aranmasın sorumlular, önceden alınsın tedbirler. Yakmayalım daha fazla geçmişimizi. Böyle devam ederse kaç milyon nüfus olursak olalım bir geleceğimiz olamaz. Ödün vermeyelim cehalete, soyguna, talana… Aydın nesiller yetiştirirsek aydınlanacaktır ülke.

    Ankara, İstanbul, İzmir büyük küçük bütün şehirler yeniden dönüşsün eski dokularına, estetik güzel evler, çiçekli balkonlar, temiz yollar. Hatta arnavut kaldırımları olsun nostaljik yerler. Bütün dünyada büyük yapılar var. Biz eski mimarimize dönelim tekrar ama taklit etmeden, özgün... Büyük her zaman güzel değildir. Kıymetli şeyler küçük ambalajlıdır.
    Sonuç olarak yetişmişse yeni nesiller, uygar ama eskiye de saygılı, insan haklarını bilen, doğanın verirsen sana vereceğini bilen, ahlaklı ve eğer yetkili yerlere de gelirlerse seçimlerimiz bu yönde olursa gelecek bizimdir.

    Hayalden öte olsun umudum, ufku açık dileklerle…

    Cahide YORMAZ ÖZ, 20.08.2016

     

TOP