hıncal uluç

 

  • Doğan Cüceloğlu Ölümle Değişim Hıncal Uluç ve Yorumlar

    ahmet hincal

    Hıncal Uluç Doğan Cüceloğlu

    Hıncal Uluç köşesinde yazılan yazı ders verir nitelikte. Ama alınması gereken ders, düşündüğünüz ders değil.  Yazıyı okuduğunuzda daha detaylı olarak anlamanız sağlanacaktır. Hıncal Uluç sarsıcı yazılar yazar,  herkesi sarsmaya çalışır.  Sebebini yazının sonundaki Hıncal Defne ve Deprem linkinden okuyabilirsiniz.


    Doğan Cüceloğlu'nun Anlattıkları

    Ölümü düşünmeden yaşamak güzel de.. Ünlü anekdottur..
    - Yaşamınızın son saati olduğunu bilseniz, kimi arardınız?..
    - ??????
    - Peki ne duruyorsunuz o zaman?..

    Zeynep Saçkırk

    Zeynep Saçkırk'ın yolladığı satırları okurken aklıma geldi birden.. Zeynep kendi notlarını mı yollamış, internetten mi derlemiş, ya da Cüceloğlu'nun kitaplarından da nakletmiş, bilmiyorum.. Ama önemli..Ölümle çok iç içe yaşadığım bu günlerde, yaşamı nasıl durmadan, nasıl anlamsızca ertelediğimizi bir daha düşündüm.. Sonra dedim ki..

    "Bu Cüceloğlu'nu mümkün olduğu kadar fazla insan okumalı.. İşin bana düşen kısmı, bana gönderilen notu, size nakletmek..

    Hıncal Uluç'un yazısı böyle başlıyordu. Bir pazar sabahı bir gazete köşesinde bu yazıyı görmek gerçekten üzücü. Zira pazar günleri sabahı insanlar için keyif aldıkları bir zaman. Uzun kahvaltı, yavaş dokunuşlar ve sohbet, televizyonda br kovboy filmi seyretmek ve Hıncal Uluç'un yazısı. Yazının devamında ise Doğan Cüceloğlu'nun bir seminerde anlattıkları. Bunları okuduğunuzda ayarınızın ve keyfinizin bozulması sonucunu ortaya çıkarabilir, pazar günü sabahı.

    Doğan Cüceloğlu'nu tanıyoruz. Kişisel gelişimin Türkiye'deki öncülerinden biri. Aşağıda anlattıkları ise artık Kişisel Gelişiminden vazgeçip bir tarikat şeyhinin söylediklerine yakın şeyler söylemeye başlaması artık yaşlandığını ve ölümü düşünmeye başladığını gösteriyor. Daha öncesinde tavır koymak ve hayır demek konusunda hiçbir şey söyleyemeyen Doğan Cüceloğlu şimdi ise kişilere ölümü düşündürterek bilgi aktardığı kişilerin daha kolay yönetilmesini da sağlamaya çalışıyor. Bu anlamda kendisine Yaşam koçu yerine Öbür Dünya koçu diyebiliriz.

    Peki, Hıncal Uluç bu yazıyı neden köşesine almıştır. Bunu almasının nedeni kendisinin de ölümü düşünmeye başlaması olabilir ya da insanlara ölümü düşündürterek tavır koymalarını engellemeye çalışması olabilir. Ancak kendisi için şanssızlık olduğunu söyleyebiliriz.

    Katılımcılarla Konuşma

    Doğan Cüceloğlu'nun konuşmasını aşağıdaki şekilde vermiş Hıncal Uluç. Yazının altına da bir yorum eklememiş.

    Doğan Cüceloğlu'nun eğitimindeki katılımcılarla bir konuşmasından:

    Doğan Cüceloğlu: Arkadaşlar, aranızda ölümcül hastalığı olan var mı? 

    Bir katılımcı: Allah'a şükür, hocam, bildiğimiz kadarıyla yok. 

    Cüceloğlu: Ne güzel! Peki, bana, istisnasız tüm insanların, yani altı milyar insanın da başına geleceği garanti bir şey söyler misiniz?

    Cevap neredeyse otomatik olarak çıkar: Ölüm.

    Cüceloğlu: Gerçekten de ölüm tüm insanların başına geleceği kaçınılmaz olan tek şeydir. Doğum da tüm insanların başına kesinlikle gelmiştir, ama bundan sonra başa gelmesi kesin olan tek şey ölümdür. Başka hiçbir şey insanların tümünün başına gelmeyecektir. Peki, madem öleceğimiz garanti, bu benim ölümcül bir hastalığım olduğunu göstermez mi?

    Katılımcılar burada sessizce, başlarıyla onaylamaya başlar. Öleceğim belli ise benim ölümcül bir hastalığım olduğu da açıktır...

    Cüceloğlu: Peki, ne zaman öleceğimizi biliyor muyuz?

    Katılımcılar: Hayır

    Cüceloğlu: Bu saniye içinde olma olasılığı var mı?

    Bir katılımcı: Var. 

    Cüceloğlu: Yarın?

    Bir katılımcı: Evet. 

    Cüceloğlu: 30 yıl sonra?

    Bir katılımcı: Olabilir. 

    Cüceloğlu: Peki bunlardan hangisinin sizin başınıza geleceğini biliyor musunuz? Mesela bu akşam eve sağ salim varacağınızı nereden biliyorsunuz?

    Sınıf sessizce dinlemeye devam eder. Çünkü genellikle yaşama böyle bakmamışlardır.
    Cüceloğlu: Peki bir de tersini düşünelim, bu akşam eve döndüğünüzde, bu sabah evden çıkarken sağ salim bıraktıklarınızı sağ bulma garantiniz nedir? Var mıdır böyle bir garanti? 

    Bir katılımcı: Yoktur Hocam. 

    Cüceloğlu: Peki nereden biliyoruz az sonra telefonun çalmayacağını ve evdekilerden birinin az önce öldüğünün bize söylenmeyeceğini?

    Katılımcılar burada rahatsız olmaya başlar.

    Bir katılımcı: Hocam konuyu değiştirsek? 

    Cüceloğlu: Ama en yalın ve açık gerçek üzerine konuşuyoruz, biraz daha devam edelim bence. Peki, acaba bunu dün gece bilseydiniz, yani evde akşam birlikte olduğunuz kişilerden birinin yarın ölüm günü olduğunu bilseydiniz, o zamanı aynı dün gece olduğu biçimde mi geçirirdiniz? Yoksa farklı şeyler mi yapardınız?

    Bir katılımcı: Kesinlikle çok farklı geçerdi Hocam. 

    Cüceloğlu: Şimdi sizden rica ediyorum, lütfen bir an arkanıza yaslanın, gözlerinizi kapatın ve bu sabah evden çıkarken evde bıraktıklarınızdan birinin gerçekten öleceğini düşünün, dün akşamınızı nasıl geçirirdiniz? Aynı iletişim mi olurdu? Onunla aynı konuları mı konuşurdunuz? Aynı konular, tartışma ya da gerginlik yaratır mıydı? Yoksa önemsiz hale mi gelirdi? Bu sabah evden çıkarken, bu son görüşünüzde ona ne derdiniz? Onun boynuna sarılmakta tereddüt eder miydiniz? Çok sıkı sarılmaya mı, aynaya mı vakit ayırırdınız? Ona, yüreğinizin derininden gelen bir "Seni gerçekten çok seviyorum" demeye ne gerek var diye düşünür müydünüz? Onun ölecek olması sizin ona duyduğunuz sevgiyi yoğunlaştırmaz mıydı?

    Burada bazı katılımcılar ağlıyordur. Belli ki dün akşam yaptıklarından bir kısmının ne kadar anlamsız olduğunu şimdi fark etmişlerdir.

    Cüceloğlu: Şimdi gözlerinizi açabilirsiniz, acaba kaç tartışmamızı bu kadar gereksiz biçimlerde yapıyoruz, kaçı gerçekten yaşamda karşımızdakinin varlığından daha önemli, hangilerinde "Şimdi kalbini kırdım, ama zaman içinde ben ondan özür dilemesini bilirim" diye kendi kabuğumuza çekilip tartışmaları donduruyoruz. Yarattığımız kırgınlıkları tamir etme olanağımız gerçekten var mı? Buna zamanımız gerçekten kaldı mı?

    Ölümle Değişim ve Tarikat Şeyhleri

    Bu yazılanları okuduğunuzda kendinizi nasıl hissediyorsunuz? Herhalde katılımcılarla aynı duyguları yaşayıp kendinizi rahatsız hissetmenizin normal olduğunu söylenebilir. Ancak anlatılanların ortaya çıkaracağı sonuç Doğan Cüceloğlu'nun anlattıklarından çok uzak noktalara ulaşacaktır. Böylece kişiler kendilerini kötü hissedecekler, evde bıraktıklarının her an öleceklerini düşünecekler, tavır koymaları veya hayır demeleri gereken yerde "ölebilir" diye düşünerek tepki göstermekten vazgeçeceklerdir. Dahası her an ölebilirim diye düşünmeye başlayıp büyük ölçüde pasifleşmeye başlayıp bir müddet sonra ölüm korkusu duymaktan ötürü hiçbir şey yapamaz hale gelecekledir.

    Bunun adına kötünün kötü ile tedavi edilmeye çalışılması diyebiliriz. Kötünün kötü ile tedavisi olmaz, olursa bile sonuç daha kötü olacaktır, normal olarak. Kanser hastalığını yaşayan birine daha kötü bir hastalığı örnek vererek onu rahatlatmaya çalışmanın hiçbir yararı olmadığı gibi onun söylenen hastalığı da düşünmeye başlaması sağlanacak ve o hastalığın da kendisinde çıkma ihtimali ortaya çıkacaktır. Bir tarikat şeyhinin söyleminin bir psikoloji profesörünün dilinden aktarılması bana oldulça ilginç gelmektedir. Çok sayıda kardeşini kaybeden kişinin, belki de kardeşleri için yapamadıklarını da sorgulaması anlamına gelebilir, bu  anlatım modeli. 

    Bütün bunlar Doğan Cüceloğlu'ndaki gelişim sürecin sona erdiğini anlatmaktadır. Bu noktadan itibaren ne kendisine ve nede başkalarına katkıda bulunması zor hale gelecektir. Bir seminerinden sonra sorulan bir soruya vermesi gereken cevap yerine anlattığı hikaya dikkate değer.

    Doğan Cüceloğlu'na bir  seminer sonrasında bir kişi şu soruyu sorar. "Doğan Bey, neden 6 ay Türkiye'de 6 ay Amerika'da yaşıyorsunuz? Türkiye'de neden sürekli yaşamıyorsunuz?" Doğan Cüceloğlu "ben cevap yerine size bir hikaye anlatayım" der ve anlatmaya başlar.

    "Köyde yaşayan uyuz bir köpeğe hiç kimse bakmaz ve köpeğin de uyuzu giderek artarmış. Köpeğe hiç kimse de dikkat etmezmiş. Bir gün bu köye bir Amerika'lı aile gelir, yerleşir. Yerleştikten sonra uyuz köpeği görürler ve bakmaya başlarlar. Günler geçtikçe köpeğin uyuzları kaybolur, tüyleri parlar, normal kilosuna kavuşur. Köpek güzelleşmektedir ve köylüler de köpeğin ne kadar güzel bir köpek olduğunu anlarlar.

    Amerika'lı aile köyden ayrılacaklardır ve köpeği de birlikte götürmek isterler. Fakat köylüler güzelleşen köpeğin götürülmesine izin vermezler. Amerikalı aile köyü terkeder ve köpek kalır. Bir kaç ay sonra köpek zayıf, uyuz ve yaralı haline geri döner. Doğan Cüceloğlu kendisini dinleyen bir kaç kişiye bakar ve "İşte ben bu yüzden Türkiye'de sürekli yaşamak istemiyorum" der."

    Kendisi için böyle bir metaforik hikaye anlatabilen bir kişisel gelişimcinin Türkiye'de sürekli yaşamaya başladıktan sonra yukarıdaki ölümlü cümleleri dinleyenlerine söylemesi çok da anormal değil. Daha fazla da bir yorum yapmanın gereksiz olduğunu düşinüyorum.

    Cengiz Eren

    NLP Uzmanı ve Eğitmeni

    http://www.erenlp.com

    İlgili Linkler:

     

     

  • Hıncal Uluç

    Hıncal Uluç Depremden korkmamak için Deprem OlmakHıncal Uluç ve Çocukluk

    Çocukluk insan hayatındaki bir çok şeyi belirliyor. Farkında olmadan yaşananlara ait stratejiler ve sonuçlar yaşanan hayatın içine damla damla akıyor. 

     

  • Melike Birgölge Cengiz Eren Röportajı

    Melike Birgölge"4 Saatte Kendinizi Değiştirin, Zihinsel Detoks"

    8.11.2009 Hürriyet İnternet

    İşiniz, duygularınız, düşünceleriniz, aşkınız, kariyeriniz, hayatınız ile ilgili bazı şeylerden sıkıldınız ve bundan kurtulmak istiyorsunuz. İyi ama nasıl…

    İçinde bulunduğunuz, mutlu olmadığınız ya da değiştirmek istediğiniz bir durumdan kurtulmanın mümkün olduğunu biliyor muydunuz? Hem de 4 saatte!

    ‘4 Saatte kendinizi değiştirin!’ sloganıyla birçok kişinin hayatını değiştiren Cengiz Eren’le, NLP, değişim ve hayatla ilgili okuduğunuza değecek bir röportaj!

    HINCAL ULUÇ, BİLMEDİĞİ BİR ŞEY OLDUĞUNDA SİNİRLENDİĞİNİ GÖSTERİYOR!

    Hıncal Uluç’un dediği “İyi de NLP nedir? Mecbur muyuz Nöro Linguistik Program'ın ne olduğunu bilmeye’ cümlesinden yola çıkarak… Bilmeyenler için NLP’yi tanımlamanızı rica ederek başlayalım mı röportajımıza?

    Bence de çok güzel olur. NLP bir araç. İnsanı, insan davranışlarını, duygularını, söylediklerini anlamamızı sağlayan bir araç. Duyularla, duygularla, kullanılan sözlerle, yapılan davranışlarla ilgili. İnsanın olduğu her yerde kullanılabilecek bir araç ve teknikler bütünü. Hepimiz NLP’yi farkında olmadan kullanıyoruz. Farkında olarak kullanmaya başladığımızda değişim süreci de başlıyor. Örneğin Hıncal Uluç’un sorusu da böyle bir şey.  “İyi de nedir NLP’ derken Ayşe Arman’ın röportajını beğendiğini anlatan bir duygusal durumu da ifade ediyor. “Mecbur muyuz” derken ise NLP’nin ne olduğunun açıklanmamasına duyduğu kızgınlığı da belirtiyor. Bu ayrıca Hıncal Uluç’un bilmediği bir şey olduğunda sinirlendiğine gösteren bir durum olabilir. Çünkü kendisi hem ülkeyi ve hem de dünyayı yakından takip eden bir yazar. NLP işte böyle bir şey.

    NLP’Yİ KENDİM İÇİN ÖĞRENDİM!

    NLP’yi Türkiye’ye ile tanıştıran sizsiniz. Peki sizin NLP ile tanışmanız nasıl oldu?

    Benim tanışmam tesadüfen oldu. İngiliz kız arkadaşımın bana hediye ettiği “Tennis the mind game” isimli kitaptan öğrendim. Kitabı elime aldığımda benim için nasıl bir değişim olabileceğini bilmiyordum. Kitabı okuduktan sonra tenisimde önemli gelişmeler oldu ve çok sayıda kupa aldım ve bunu kendim için öğrenmeye karar verdim. Ver elini Amerika. Burada dikkat edilmesi gereken nokta NLP’yi ben insanlara bu bilgileri aktarmak, Ayşe Arman’la veya sizinle röportaj yapmak için öğrenmedim. Kendim için öğrendim.

    NLP’yi kendiniz için öğrendiniz. Sonrasında…

    Sonrasında ise Türk insanının kaynaklarını kullanmasına yardımcı olacağını düşündüğüm için bunu kamuoyuna açtım. 1998 yılında Tempo dergisinde “NLP yöntemi Türkiye’de, 4 Saatte Kendinizi değiştirin” başlığı ile kapak haberi oldu. Bu haberi hazırlayan Nilüfer Kas’a ve o sırada Genel Yayın Yönetmeni olan Muhittin Sirer’e yeniden teşekkür ediyorum. Sonrası gerçekten bir serüven ve önemli bir değişim süreci hem benim için hem de bu bilgileri ve teknikleri kullanan kişiler için.

    Seminerlerinize gelen insanlar NLP ile ne kazanacaklar? Neler vaat ediyorsunuz bu yöntemle?

    Onlara hiçbir şey vaat etmiyorum. Sadece kendilerini sınırlayan düşünce ve davranışların neler olduğunu ve bunların nasıl ortadan kaldırılabileceğini, sınırların nasıl ötelenebileceğini ve hayatın nasıl yönetilebileceği konularında bilgi aktarıyorum. Çünkü çoğu insan kendilerinin altında Ferrari araba olduğu halde, Serçe arabaya bindiklerini zannediyorlar ve bir ayakları gazda ama daha çok frende arabayı kullandıkları için arabanın motorunu yakıyorlar.

    Değişmesi gereken bu. Bir başka önemli nokta ise zeki insanların sorun yaşaması, kendilerini koruyamadıklarında çok daha kolay hale geliyor.

    Bu gözleminiz, benim de dikkatimi çeken bir konu. Zeki insanların sorun yaşaması, kendilerini koruyamadıklarında çok daha kolay hale gelmesi… Onların daha dikkatli olması gerekiyor haliyle.

    Aynen… Onların daha dikkatli olmaları gerekiyor. Zihinsel Detoks seminerlerine katılan insanlar, panik atak, deprem korkusu, uçak korkusu, kekemelik, sahne korkusu ve benzeri durumlar var ise bunlardan kolaylıkla kurtuluyorlar.

    Hiçbir sorunları yoksa kaynaklarını kullanmaya başladıkları için istenen sonuca kolaylıkla ulaşabiliyorlar. Dikkat ederseniz başarı demiyorum, istenen sonuç diyorum. İstenen sonuçlar tariflenebildiğinde ve kaynaklara uygun olduğunda kolaylıkla ulaşabiliyorlar.

    ‘4 saatte kendinizi değiştirin!’ sloganıyla NLP’yi sunuyorsunuz. Bir insan 4 saatte nasıl yenilenir?

    Baktığımızda insanların hayatı saatlerle değil saniyelerle değişebiliyor. 1999’da deprem 45 saniyede 20.000.000 insanın hayatını değiştirdi. Son sel baskını selin ilk vurduğu 45 saniyede orada yaşayanların hayatını değiştirdi. Sahip olduklarının değil kendilerinin ne kadar önemli olduklarını gördüler ve onlar için bütün değerler sistemi değişti. Değişim bu kadar kısa zamanda oluyorsa 4 saatte neler olabilir bunu siz düşünün.

    Bir insanın 4 saatte değişmesi mümkün mü ve bu kadar kolay mı?

    Tabii çok kolay. Burada en önemli nokta kişi değişmek istiyorsa değişiyor. Değişimi isteyen kişiler karar vermeye ve hedeflerini doğru olarak tayin ettiklerinde hareket başlıyor.

    Değişim deyince… Çoğu insanın değişimi kolay kabul edemediğini görürüz. Nedeni nedir bunun?

    Sorduğunuz soru gerçekten önemli. Değişim istenen bir durum mu bunu dikkatli olarak. Dünyaya ve doğaya baktığımızda her şey durağan hale gelmeye çalışıyor. Durağan hale geldiklerinde ise yeniden hareket etmeleri kolay değil. Nehirlerden akan su denize ulaştığında hareket sona eriyor ve sonra sadece rüzgar ve akıntılarla hareket edebiliyor.

    İNSAN, YERİNDE DURMAYA BAŞLADIĞINDA RÜZGAR VE SU ONU AŞINDIRIYOR!

    Hareketin yeniden başlaması için…

    Hareketin yeniden başlaması için buhar olması, yağmur olarak yağması ve sonra nehirlerden denize yeniden ulaşması gerekiyor. Bu çevrimin insan hayatında da olması gerekiyor. Bu olmadığı takdirde taş gibi kişiler yerinde duruyor. Yerinde durmaya başladıklarında ise rüzgar ve su onu aşındırıyor. Bu yüzden ‘taş gibi kadın’ veya ‘taş gibi erkek’ yerine ‘su gibi kadın’ veya ‘su gibi erkek’ demek daha doğru olabilir.

    Değişime direnme nedenleri nedir ve bunlar nasıl ortadan kaldırabilir?

    Değişime direnç birçok nedenden ortaya çıkar gibi görünse de aslında tek nedeni var. Bu nedenlerin başından bilineni yapmak daha kolay. Türkçe’de ‘En kısa yol, bildiğin yoldur!’ diye söz de var. Fakat kısa yollar hayatımızı kolaylaştırır görünse de beynimize duyu organlarımız vasıtası ile bilgi girmesini de engelliyor. Yeni sesler, yeni görüntüler, yeni tatlar, yeni kokular, yeni yüzeyleri algılamadığımızda gelişme sürecimiz engelleniyor.

    ACI ÇEKMEYİ ÖĞRENEN BİRİSİ ACI ÇEKMEYE DEVAM ETMEK İSTİYOR!

    Buradan şunu çıkarabilir miyiz; acı çekmeyi öğrenen birisi acı çekmeye devam etmek istiyor.

    Aynen… Acı çekmeyi öğrenen birisi acı çekmeye devam etmek istiyor, zira sonucunda elde edeceği neler olduğunu biliyor. Gözyaşı dökeceğini bildiği için yapmaya devam ediyor ve sonucunda gözyaşı döküyor. Başarısızlığı öğrenmiş bir öğrenci çalıştığı halde başarısız, borsada kaybetmeyi öğrenmiş olan bir oyuncu, kazanmak istediği halde, kaybetmeye devam etmesi de bu yüzden.

    Oysa değişime direnç her içerikte devam ediyor.

    Evet, dediğiniz gibi… Bunun ortadan kaldırılması NLP seminerlerinde sistematik bilgi aktarımı ile kişilere aktarılıyor.

    Ancak kişiler benim seminerlerime katılmadan kendileri karar vererek yeni bir şeyler yapmaya başlarlar ve süreci tamamlarlarsa sorunların yeniden ortadan kalktığını görebilirler. Yeni şeyler yapabilmek bu anlamda çok önemli.

    Son yıllarda detoks çok bilinen ve uygulanan yöntemlerin başında geliyor. Siz, NLP seminerleri bünyesinde zihinsel detoksu insanlara uygularken nasıl bir yol takip ediyorsunuz? Zihni sıfırlayarak mı yoksa başka şekilde bir yol takip ederek mi…

    Zihinsel detoks programında adını tescil ettirdiğim bir program. NLP teknikleri ile uygulanan zihinsel detoks programında hem NLP bilgileri hem de yaşanan tecrübeler ve bunların farkında olmadan yarattığı stratejilerin sonuçları irdeleniyor. Bu stratejiler şu şekilde ortaya çıkabilir. Kaybetmemek için kazanmamak, düşmemek için yükselmemek.

    Terk edilmemek için terk ettirmek, sevmemek için sevilmek, sevilmemek için sevmek, utandırılmamak için utandırmak…

    “HOŞÇAKALIN” KELİMESİNİ SIK KULLANAN VE SIK DUYAN İNSANLAR KİLO ALIYOR!

    İçinde bulunulan durumun tersini uygulayarak…

    Tecrübelere bağlı olarak ortaya çıkan bu stratejiler mantıksız gibi görünse de öğrenmemiz gereken önemli noktalardan biri ‘Beynimiz mantıksız çalışıyor.’ Zihne aktarılan bilgiler ve bunların içeriksiz sonuçları mantıksız şekilde devam ediyor. Aşık olduğu ama kendisine acı çektiren bir kişi ile birlikte olmaya devam eden birinin durumunu mantıkla açıklamak mümkün değil. Zihinsel detoks programımızda hem bu stratejilerin ne olduğu ve nerelerden kaynaklandığı açıklanıyor ve beynimizin nasıl çalıştığı ve dilin hayatımızdaki etkileri de net olarak gösteriliyor.

    İlginç…

    Size saçma gelebilir ama “Hoşçakalın” kelimelerini sık kullanan ve sık duyan insanların kilolarının arttığını kolaylıkla söyleyebiliriz. Yüzey anlamı itibarı ile bir ayrılık cümlesi olan kelimeler, farkında olmadan “kalın”ın hoş olduğunu da ifade ediyor. ‘Hoşçakalın’ kelimesini sık kullanmak kilo aldırabilir.

    KENDİ DEĞERİMİZİN FARKINA VARMAMIZ GEREKİYOR. SONRASINDA İSE KARAR VEREBİLMEK VE HAYIR DİYEBİLMEK!

    ‘Hayatınızı siz yönetin!’ diyorsunuz. Toplum ve birey olarak devamlı olarak yönetiliyoruz. Kendimizi yönetmek için hangi adımlarla işe başlanmalı? Neler yaparak…

    Toplum içinde uymamız gereken hem hukuki ve hem de toplumsal kurallar var. Bu kurallara toplumsal hayatı yaşarken tabii ki uymalıyız. Ancak kendi yaşadığımız dünyayı ve hayatımızı yönetebiliriz.  Hayatımızı yönetebilmek için fark etmemiz gereken ilk şey kendi değerimizin farkına varmamız gerekiyor. Sonrasında ise karar verebilmek ve hayır diyebilmek. Bunları yapabildiğimiz takdirde hayatımızı yönetmemiz çok kolay hale geliyor.

    Ancak biz kendi istediklerimize “hayır” başkalarının istediklerine “evet” dediğimiz için hayatımızın yönetimini başkalarına bırakıyoruz. Burada önemli noktalardan biri gücümüz varsa önermelere hayır diyebilimek eğer yeteri kadar gücümüz yoksa bize ulaşan önermelere yeni önermeler üretmek hayatımızı yönetmemizi sağlayabilir. Bir arkadaşınız sinemaya gitmenizi öneriyor ve siz de hemen evet diyorsanız sorun var demektir. Siz sinemaya gitmek istiyorsanız siz teklif edin. Size teklif ediliyorsa ‘Evet, bende sinemaya gitmek istiyorum ama 20:00 seansına Glorius Bastards filmine gitmek istiyorum’ dediğinizde sorun kalmayacaktır. Bunun bencillik olduğunu söyleyenlere, bunu yapmadığınızda sencil olduğunuzu söyleyebilirsiniz!

    DOĞUM İÇİN DOKUZ AY BEKLİYORUZ. SONRASINDA İSE ONAYLANMAYI!

    Ayşe Arman ‘Babam beni onaylamıyordu’, Hande Altaylı ‘Eksik yaratılmışız, onaylanmak istiyoruz’ diyor. Siz de ‘Sizi onaylayacak veya onaylamayacak kimse yok. Sadece siz varsınız.’ diyorsunuz. İnsan, sevgilisi, eşi, babası ya da arkadaşı tarafından neden onaylanmak ister?

    İnsan hayatında ve beynimizde boşluklar varsa bunlar dolduruluyor. Zira beynimiz hiçbir boşluğu kabul etmiyor bunu doldurmak zorunda. Onaylanma ihtiyacı duyan kişilerin bir nedenle geçmişte onaylanmadıklarını ve bunu derine kaydettiklerini söyleyebiliriz. Bu duygular herhangi bir şüphe duyduklarında onaylanma ihtiyacı da ortaya çıkacaktır. Onaylanmayı bekleyen kişilere büyümeleri gerektiğini söylemek en doğrusu. Doğum için dokuz ay bekliyoruz.

    Sonrasında ise on aylanmayı!

    İlginç ama doğru bir gözlem ve güzel bir kelime oyunu bu. Doğum için dokuz ay bekliyoruz. Sonrasında ise on aylanmayı!

    Kelime oyunu gibi görünse de onaylanmak bu nedenlerden ortaya çıkıyor. Belirli bir noktaya gelmiş ve kaynakları zenginleşmiş kişinin onaylanmaya ihtiyacı olmasa gerektir. Hele o anda hayatında olmayan bir kişiden onay bekliyorsa veya o olsaydı ne derdi düşünülüyorsa yaratıcılık yeteri kadar kullanılmayacaktır.

    Günlük hayatımızdaki davranışlarımızdan çok aslında bilinçaltına ittiklerimiz, bilinçaltında bastırdıklarımız mıdır gerçekten yaşamak istediklerimiz?

    Yaşadıklarımız ve hayatta yaşadıklarımız geçmişte yaşadığımız tecrübelerin sonuçları. Ben bilinçaltı terimini kullanmıyorum. Farkında olmadığımız aklımız terimi daha doğru geliyor. Buraya aktardığımız tecrübelerin içeriksiz sonuçları kişinin hayatının sonraki kısmını farkında olmadan etkileyebiliyor. Çıkan sorunların nedeni de bu oluyor ama biz sistemin nasıl çalıştığını bilmediğimiz için bunu fark edemiyoruz. Bu da kendini koruyarak risk almayı ve macera yaşamayı ve daha da önemlisi yaratıcılığı kullanmayı engelliyor.

    KENDİSİ İLE BARIŞIK OLAN VE İSTEDİKLERİNİ YAPAN KİŞİLER AZ RÜYA GÖRÜR!

    Bu yüzden mi rüyalar görürüz? Bu yüzden mi rüyalar insanlara cazip gelir ve gördükleri rüyayı anlamlandırmaya çalışırlar?

    Rüyalar farkında olmadığımız aklımıza aktardığımız bilgilerin ve duyguların sonucu olsa gerektir. Bu sonuçlar, özellikle korkularımız, yapamadıklarımız rüyalarda açık olarak görülüyor. Bunları bir mesaj olarak alıp yapamadıklarımızı yapmaya başladığımızda sorun kökünden çözülecektir. Kendisi ile barışık olan ve istediklerini yapan kişilerin az rüya gördüğünü söyleyebiliriz. Bir arkadaşım yanında çok para taşıyorsun dediğinde o gece gördüğüm rüyada cüzdanımı boş gördüm. Arkadaşım beynime bir bilgi ve korku aktardı ve bu korku da rüyamda ortay çıktı. Ne kadar dikkatli olmamız gerektiğini anlamamız açışından önemli bir örnek olarak gösterilebilir.

    Bir insan beynindeki, bilinçaltındaki kendini rahatsız eden, zarar veren düşünceleri bile bile neden kafasından atamaz?

    Atamamamızın nedeni kendimizi yanlış programlamamızdan kaynaklanıyor. Üzerinde düşündüğümüz ve konuştuğumuz konular beynimizdeki sistematik için önemli hale geliyor. Ne üzerinde konuşuyorsak veya düşünüyorsak, konuştuğumuz konu bizi şekillendiriyor. Sorunlar ve problemler üzerinde konuşan kişinin sorunları artacak ve problemleri çözülemez hale gelecektir. Tabii konuşmak ve düşünmek gibi yazmak da aynı süreci ortaya çıkarıyor. Yemek yedikten sonra bulaşıkları yıkıyorsak, bir kötü tecrübe yaşadıktan sonra hissettiğimiz kötü duyguları da zihnimizde barındırmamalıyız. Yaşadığımız bir kötü tecrübe de ortak olan nokta bir ya da birkaç duyumuzu eksik kullanmamızdan kaynaklanmaktadır. Ya iyi görmedik, ya iyi dokunmadık, ya iyi işitmedik, ya iyi görmedik ya da iyi tatmadık demektir. Hangi duyu organımızı eksik kullanmışsak bunu geliştirmemiz ve hissettiğimiz duygular ve bu olay hakkında düşünmeden ve konuşmadan yaşamak gerekiyor. Ancak gelecek hakkında bir beklentimiz veya hayalimiz yoksa beynimiz sistemdeki etkin duyguları kullanarak boşluğu doldurmak istiyor. Toplumsal olarak başarılarımız ve mutlu olduğumuz durumlar hakkında düşünmediğimiz ve konuşmadığımız için kötü tecrübeler ve duyguların etkin hale gelmesi ile bunları beynimizden atamıyoruz. Sonra da farkında olmadan kaynaklarımızı kullanamaz hale geliyoruz.

    İnsan bile bile aynı hatayı neden ikinci kez yapar?

    Bence iki kez değil ikiden çok fazla defa yapabilir. Bu yukarıda da ifade ettiğim gibi farkında olmadığımız stratejilerin sonuçları sayılabilir. Bu stratejiler değişmeden hayatı yönetmek pek de mümkün olmamakta ve hayatın yönetimini başkalarına bırakabilmekteyiz.

    İş ya da özel hayatımızda çoğu zaman ‘Hayır’ diyemiyoruz karşımızdaki kişiye. Neden?

    Hayır dediğimizde karşı tarafı üzüleceğini düşünüyorsak bundan vazgeçiyoruz. Bunun nedeni bize hayır dendiğinde hissettiğimiz durumlar olsa gerektir. Hayır diyemediğiz için daha kolay ikna ediliyor veya yönetiliyoruz. İkna edildiğimizde bizde rahatlıyoruz karşı tarafta kendini iyi hissediyor ama biz kendimizi kötü hissetmeye devam ediyoruz.

    Hayır diyebilmek için karar vermek gerekiyor. Karar veremiyorsak, hayır dememiz mümkün olmuyor. ‘İçerik Sizi Düşünmek’ kitabının başında “Hepimizin fark etmeye, itiraz etmek için bilmeye, hayır diyebilmek için kendimize güvenmeye ihtiyacımız var!’ yazar. Bu birçok şeyi kısaca anlatabilmektedir.

    SEZEN AKSU ACIDAN BESLENİYOR!

    Acı çekmek ve kaybetme korkusu insanları neden bu kadar yıpratıyor? Nedir bunun çözümü?

    Bence yıpratmıyor ama şöyle bir sistematikten dolayı acılar artıyor. Bir acıyı yaşadığımızda vücudumuz buna alışıyor ve bu durum bir müddet sonra acı olmaktan çıkıyor. Buna acının normalleşmesi denilebilir. Acı normalleştiğinde ancak daha fazla acı çekilirse, sistem acıyı algılayacaktır. Bu yüzden acı artmadığında kişi acı çektiğinin farkına varmamaktadır. Bunu Sezen Aksu şarkılarında görebiliriz. Bu şarkıların ortak noktası acıdan beslendiğidir. Acı normalleşiyorsa kişinin değişim için alması gereken bir mesaj var demektir. Bu yüzden karar verip değişim sürecini başlatması sorunun çözümüdür. Kendisini iyi hissetmeye başladığında ve bu devam ettiğinde sorunlar kendiliğinden ortadan kalkacaktır. Bu da hayata karşı konan tavrın değişmesi demektir. Hayata karşı tavır konamıyorsa insanlara karşı tavır konmakta ve bu hayatı biraz daha zorlaştırmaktadır.

    HER ŞEYİ BİZ DÜŞÜNDÜĞÜMÜZDE SORUNLARIMIZ ARTABİLİR!

    Acı çekmeden yaşamanın acı vermeyeceği öğrenilebilir mi dersiniz? Nasıl peki?

    Az önce söylediğim gibi yeni stratejiler uygulamaya başlamak, yeni şeyler yaparak kendinizi iyi hissetmek ve karar vererek ve hoşunuza gitmeyen şeylere hayır diyerek bu gerçekleşebilir. Her şeyi biz düşündüğümüzde bizim sorunlarımız artabilir. NLP bize onların düşünmesi gerektiğini de öğretiyor. Kişi kendi değerinin farkında değilse ve kendisini değersizleşmeye devam ediyorsa sorunları da o oranda büyüyecektir.

    DURURKEN BIRAKTIĞINIZ İZ NOKTADAN İBARETSE BİRİLERİNİN ÖNÜNDE VİRGÜL HALİNE GELEBİLİRSİNİZ!

    Dururken bıraktığımız iz noktadan ibarettir’ diyorsunuz. Yani?

    Durmak iz bırakmamaktır. Örneğiz karlı ve bir havada hareket etmiyorsanız kolaylıkla donma ihtimalini yaşayabilirsiniz. Dünyada her şey ve dünya ve güneş sistemi de hareket ediyor. Kuşlar uçuyor, mevsimler değişiyor, yapraklar çıkıyor, büyüyor, yeşilleniyor ve sonra yeniden dökülüyor ve her şey yeniden ve yeniden başlıyor. Önemli olan köklerin sağlam olması ve su alabilmesi. Bizde kendimizi değerli hissediyorsak ve öğrenerek kaynaklarımızı zenginleştirebiliyorsak, yaratıcılığımız kullanabilir ve yeni şeyler üretebilir hale geliyoruz. Yazı yazan bir kişi de yazı yazmak için hareket etmesi gerekiyor. Kayda geçen her yazı yeni bir iz demektir. Bu yüzden okumak, konuşmak, düşünmek insanı geliştiriyor ama en çok yazmak geliştiriyor. Zira beynimizdeki bilgileri yeniden ve yeniden organize ediyoruz. Yeni şeyler yazabilmek için de gezmemiz ve duyu organlarımıza yeni bilgiler aktarmamız gelişme sürecinin sürekli olmasını sağlayacaktır. Dururken bıraktığınız iz noktadan ibaretse birilerinin önünde virgül haline gelebilirsiniz. Kimsenin önünde virgül gibi eğilmemek için kendi hayatımızı yönetmemiz en önemli sonuç olarak önümüze çıkacaktır.

    KİŞİ GELECEĞİNİ KAYBETMİŞSE VE GELECEĞİNİ DÜŞÜNEMİYORSA HAYAL DE EDEMEYECEKTİR!

    Hayal etmek sınırları zorlayan bir durum mudur?

    Kişi geleceğini kaybetmişse ve geleceğini düşünemiyorsa hayal de edemeyecektir. Hayal beynimiz sağ tarafı ile ilgili olarak yaptığımız bir işlem olduğu için geleceği olmayan kişiler beyninin bu tarafını kullanmakta zorlanacaktır. Türkiye gibi krizlerin çok yaşandığı ülkelerde geleceğin korku yaratması geleceği düşünmeyi engelleyecektir. Krizi düşünen ve yaşayan kişiler için kriz bitse de zihinlerinde devam edecektir. Bu sonuç için geçmişte yaşanan tecrübelerin düşünülmesini sağlayacaktır. Böylece sorunlar düşünülmeye başladığı için negatif sarmal çevrim kişinin kendisini daha kötü hissetmesini de sağlayacak ve değişim süreci engellenecek ve kişi nokta şeklinde iz bırakmaya devam edecektir. Bu yüzden kaynaklarımıza uygun hayalleri kurmaya başlayıp ve bunu kurduktan sonra üzerinde bir daha düşünmeden ve kendimizi iyi hissederek yaşamamız bu sonuçları kolaylıkla hayatımıza getirecektir.

    Şunu anlıyoruz ki, yaşadığımız her şey beynimizde biten düşüncelerin ve kararların sonucu. Peki mantık değil de duygular işin içine girerse… İşte o zaman ne yapacağız? Yani mantık ile duygu arasındaki dengeyi nasıl kuracağız?

    Beynimiz düşündüğümüzden daha hızlı düşünmektedir. Bu ise birçok sonucu önceden fark etmemizi sağlayabilecek bir yetenektir. Eğer biz bunu zamanında fark edemiyorsak, kötü sonuçları yaşadıktan sonra ‘Ben aslında böyle olacağını biliyordum’ dememiz zor olmayacaktır. Bu yüzden beynimizden ve vücudumuzdan gelen mesajların zamanında alınması ve değişim süreçlerini başlatılması sorunu çıkmasını engelleyecektir. Mantık ve duygu arasında bir çelişki var ise bu boşlukların ne olduğunu fark etmek ve bunları kendi kararımızla doldurmak, değişimi başlatacaktır.

    İnsanların duygular ve davranışlarla ilgili olarak doğru bildiği yanlışlar nelerdir?

    Uyarılar bizi uyarıldığımız yönde davranışa itmektedir ve bu bilinmemektedir.  Bayramlardaki trafik kazalarının nedeni insanlardaki trafiğin tehlikeli olduğuna dair inanç ve bu inancı harekete geçiren uyarılardır.

    İkincisi…

    İkinci bilinmeyen nokta ise eğer herhangi bir konuda negatif inancımız var ise pozitif düşünmemizin hiçbir yararının olmayacağıdır.

    Üçüncüsü…

    Üçüncüsü beynimiz bütün boşlukları doldurmaktadır. Bu boşlukları kendi kararımızla dolduramıyorsak, bu boşluğu dolduran nedene bağımlı hale gelmekte ve hayatımızın yönetimi bu içeriğe veya başkalarına bırakmaktayız.

    Dördüncüsü ise…

    Beynimiz zaman mekan boyutunda adlandırmadığımız hiçbir şeyi gerçekleştirememektedir. Bunların ne olduğu ‘Zihinsel Detoks’ programımızda sistematik şekilde açıklanmaktadır.

    KENDİ DEĞERİNİN FARKINA VARMAYANLAR ‘EĞER’İNİN FARKINA VARIYORLAR!

    Son olarak eklemek istedikleriniz…

    Her insan istediği sonuçları ‘iyi ya da kötü olsun’ farkında olmadan ama bilerek gerçekleştirmektedir. Farkında olarak ve bilerek gerçekleştirdiğinde sorun kalmayacaktır. Bu yüzden değişim doğa da olduğu gibi insanda da gerçekleşmeli ve insanın doğa ile bağlantısı yeniden kurulmalıdır. Kişilerin, kendi değerlerinin farkına varmaları gerekiyor. Değerinin farkına varmayanlar ‘eğer’inin farkına varıyorlar. Kişi hayatta hiçbir şeyi kendisinden daha fazla önemsemeli, kendini iyi hissetmeye çalışmalı, kendi kararı ile bencil, kendi kararı ile sencil olmalı ve hissettiği iyi duyguları mümkün olduğu kadar çok kişi ile paylaşmalıdır. Bunun adına da değişim diyebiliriz.

    Melike Birgölge'ye bu güzel röportajı için teşekkür ediyoruz.

    İlgili Linkler:

    Betül Ark Röportajı

    Ayşe Arman Nerede Kazandılar, Nerede Kaybettiler röportaj Yorumu

    Yılmaz Özdil Ayşe Arman Röportaj ve Kishileaks yorumları

    Ayşe Arman Köşesi

    Ayşe Arman Röportaj

     

     

  • Narkozlu Hıncal

    Hıncal Uluç Köşesi

    18 Ağustos 2009, Sabah Gazetesi

    HÜRRİYET tam iki sayfa ayırmış.. Ünlülerin hayatlarındaki hataları Ayşe Arman'a anlatmış NLP Uzmanı Cengiz Eren..

    NLP ne?

    "Nöro Lingustik Program" demiş, Ayşe Arman.. Hepimiz biliyoruz ya, Nöro Lingustik nedir..

    Dubai- Bodrum arası koşuşturan Ayşe vakit bulup öğrenir, bize de anlatır inşallah..

    Mesela İbrahim Tatlıses, Seda Sayan, Sibel Can halı reklamında oynayıp, değerlerini düşürmüşler..

    Çünkü halı üzerine basılan bir şeymiş.. Hayda.. Peki Ajda'nın yatak çarşafına adını vermesi ne, o zaman?.. Tövbe..

    Tövbe..

    Pazar sabahı hoş bir yazı ama..

    Kambersiz düğün olur mu?.. Ben de varım tabii.. Son ameliyatımdan sonra değişmişim. Sertleşme olmuş bende..

    Yani yazılarımda..

    Narkoz Almak Değiştirir mi?

    "Çünkü narkoz aldı. Narkoz insanları değiştirir. Zihnimizde olan kapaklar açılır, kişinin hiç hatırlamadığı olaylar ortaya çıkar. Hıncal Uluç boyun ameliyatı olduğu sırada narkoz aldığı için, çocuklukta gösteremediği tepkileri şimdi gösteriyor.."

    Tamam da, Cengiz kardeşim, sen bilmezsin belki, ama Ayşe çok iyi bilir, niye sormamış ki sana.. Ben 1972'de böbrek ameliyatı oldum, 7.5 saat narkoz altında kaldım.. 1982'de diyaframdan ameliyat oldum, 4 saat narkoz altında kaldım.. 1994'te vuruldum, ameliyat oldum, 7 saat narkoz altında kaldım.. Arada kalan ve 2 saat civarında süren küçük ameliyatlarımı hiç saymıyorum..

    Bu kapaklar onlarda açılmadı da, şimdi 4 saatlik boyun ameliyatımı mı bekledi?..

    Cengiz Eren 18 Ağustos 2009

    2009 Yılında Ayşe Arman ile yapılan röportaj sonrasında Hıncal Uluç köşesinde yukarıdaki yazıyı yayınladı. Narkoz almak zihinde kapatılmış duyguların kapaklarını açacağı için narkoz sonrası bir çok kişinin davranışında farklılıklar ortaya çıktığı görülmektedir. 2009 yılında yapılan bu röportajdan iki yıl sonra Hımcal Uluç Defne Joy Foster'in bir başkasının evinde ölümünden sonra "Su testisi Su Yolunda kırıldı vakasıdır" cümlesi ile sonlanan yazısını yayınladı.  Hıncal Uluç'un narkoz aldıktan sonra sertleştiğine ait görüşümüz de doğrulannmış oldu. link. https://www.sabah.com.tr/yazarlar/uluc/2011/02/04/bu_nasil_bir_mahalle_baskisidir

    Daha sonra Defne Joy Foster'in ailesinin açtığı davada 10.000 TL Ödemeye mahkum edildi. Daha dikkatli yapılan incelemede ise hiç düşünülmedik sonuçlar ortaya çıktığını söyleyebiliriz. Aşağıdaki yazılardan okuyabilirsiniz.

     

TOP