cahide yormaz öz

 

  • ANKARA’ NIN SOĞUĞUNDA BÜYÜDÜK BİZ

    ANKARA’ NIN SOĞUĞUNDA BÜYÜDÜK BİZ
    Çok eskilere gittim bugün. Çocukluğumuzda ki enerjiye gereksinimimiz var sanırım. Eskilerden bize ne diyebilirsiniz. Tabii size ne !

    Ama belki o eski Ankara soğuklarını sizlerle birlikte yaşadık ne biliyorsunuz! Belki aynı okullarda okuduk, belki aynı sokaklarda dolaştık. Beyaz salkım akasya ağaçlı Kızılay caddelerinde , Dikmen sırtlarında salaş yerlerde çay içtik aynı saatlerde, aynı otobüslere bindik mesela boynuzlu derdik hani telleri raylara asılı troleybüsler, ha bire çıkardı teller hatlardan da şöför iner bir manivela ile onları hatlarına oturtur bizde beklerdik. Aynı soğuklarda donduk. Ankara’nın soğuğunda. Ellerinizin kapı kollarına yapıştığı, camların yarısına kadar buz kaplandığı yarısının buharında yazılar yazdığımız camları. Belki aynı şeyleri yazdık camlara. Kardan adamlar yaptık bahçelerde, merdivenden kızaklarda kaydık, kürenmemiş karlarda boyumuzu ölçtük. Hatta temiz kirlenmemiş karları pekmeze bandık. Ne güzeldi kar helvası.Aynı ajansları dinledik heyecanla. Televizyon yoktu ki. Nezahat Bayram’ı dinlerdik” mektebin bacaları ders verir hocaları” Nurattin Sarısözen ve arkadaşları. Arkası yarın mikrofonda tiyatro. Efektlerde canlanır sahne. Ankara’nın soğuğu, hikayedeki ormanın soğuğu ile aynıdır. Perili köşkde uğuldar rüzgar. Uğultulu tepeler romanını yazarsın sende. 1001 gece masallarını anlatır güzel bir ses. Polis radyosunda aranır kayıplar. Bulunmuş paralar sahibini arardı. Kirlenmemişti insanlar.

    Aile Rumeliden Anadoluya Rumeli gibi yeşildir diye Bursaya yerleşir, sonra yağ ticaretine karar verir Ayvalıkda. İşler iyi giderken ilk darbe alınır ortakdan bütün paraya el koyar ortak. Bugün yabancı bir şirkete satılmıştır firma o günlerden kalanla. İsim lazım değil ahiret defterine kaydetmiştir dede.

    Sonra ver elini Ankara. Arsalar ucuzda dede de ileri görüş değil fazla.Buraya domuz bağlasan durmaz demiş. Ne çorak yer! Almaz toprak iş kurar Ankarada bir de burada yağcılık denenir.Bugünkü yağcılara ! benzemez dede. Mücadele devam eder. Yağ has olmalıdır. Sade yağ boncuk boncuktur.

    Kaçıncı evleridir bilmem, Samanpazarında müstakil bir evde katılmışım aileye. Doğduğum semt samanpazarı. Sonraları gittiğimde çıkrıkçılar yokuşu özel dokusu ile tanıdım.

    Ahşap bir ev, tahta parmaklıklı balkonu, merdiven başında bir düzenekle sokak kapısının açıldığı hatırladığım karelerdendir. Hep bizim pencerelere bakan değneklerle yürüyen sakallı iblis gibi korktuğum topal Şükrü kimdir onu hatırlarım. Neden korkmuşum ondan. Sonraları anlatırdı gülerdi büyükler onu camdan görünce kendimi nasıl içeri attığımı garibanın biriymiş oysa ara sıra yemek verirmiş bizimkiler. Belki de yemek verilecek mi diye bekliyordu. Tabii bodrumdaki odunluktan da ürkerdim. Örümcekli miydi kapısı ne ! Niye ürküten kareler kalır çocuklarda? Evin kedisi pamuk tavuskuşu amblemli pirinç karyolanın bembeyaz dantelli yatak örtüsünün ajurlarından bakardı hep. O neden korkardı acaba? Hiç onunla yakınlığım olmamış kedilere hiç dokunamam ben. Şimdilerde seviyorum onları. Dokunmasız.

    He tarafı esermiş evin. Anacık anlatırdı. Yün yorganlar tepeleme renk renk...yok bunları o evde hatırlamam. Sonra apartman yaptırmış aile. Bu ahşap evde çok yorulmuş anne. Ev çarşı içinde ama bahçesizmiş. Ankara soğuğunda soba etrafında geceleri buz tutan çamaşırlar soba yandığında erirlermiş ufaktan. Kömür ütüsü ile ütü.” Hey yanasıca ev” demiş bir gün canına yettiğinde..Biz çıktıktan sonra yanmış gerçekten. Isınmış tahtalar onca kardan kıştan sonra. Topal Şükrü seyretti mi acaba yangını yaşıyormuydu kimbilir.

    Demirlibahçe semti. Beş katlı on daireli apartmana gelişimizi hatırlamıyorum. İnşaat halinde iken o zamanlar çok sevdiğim amca ile fotoğraf var. Amca öldüğünde küsmüştük birbirimize daha doğrusu ben ona küstüm. Heyhat. Sonra mahallede iki üç apartman daha yapıldı. Diğerleri bahçeli küçük evlerdi.Gönül sokakda bizi zengin yağcılar diye etiketlediler. Frigidaire marka buzdolabı, ile telefonumuz vardı. Sokağın santralı olduk epey bir zaman. Biz zengin filan değildik ya da fakir de değildik. Çatıda tenekelerce yağlarımız vardı ama bir o kadar ailede endişe de vardı. İflas etmek aile erkeklerinde gelenekseldi..

    Kiracılar doğru dürüst kira vermezlerdi. Bu evde sobalı idi ne var ki iki adet sobamız vardı. Yani anacık iki soba ile uğraşırdı. Ha ahşap ha beton Ankara ayazı evlere torpil yapmazdı. Burada da çok üşürdük. Sobaların külleri buzlara dökülürdü o işe faydaları vardı.Hücara dediğimiz bir boşlukta sadece yorganlar dururdu. Bazen pamuğun ajurların arkasına saklanması gibi ben de yorganların içine saklanırdım. Isıtırdı yorganlar. Ortalıkda yoksam babaanne "hücaraya bakın" derdi. Pamuk gibi bakardım onlara.

    Okullar, okullu olmak. Demirlibahçeden  Dikimevi’ne çok yol var. Servis mi var? Dikimevi cumhuriyetin bir proje evi. Her şeyi düşünmüş Atam. Askere dikilir giysiler.Her köşede bir anlam. Sabah siyah ya da gri önlüklerle (daha ucuz olan) andımızı okuyoruz. Sadece önlüklerimiz var. Yaz kış fark etmez disiplin önemli öyle rengarenk hırkalarla andımız okunmaz. Ama andımızı okurken üşümüyoruz. Önlüklerimizin rengi bizi ayırmıyor. Ne boşnak olduğumu hatırlıyorum, ne de kim kimdir bilmiyoruz. Hepimiz kardeşiz. Kimimiz simit kimimiz kuru halka yiyoruz. Değiş tokuş yapıyoruz. Soba yanıyor sınıfta öğretmen de ara sıra sobayı kontrol ediyor. Soğuk Ankarada dolaşırken biz sobalı sınıfımızda sıcacık mutluyuz. Simitlerimizi tozlu sobanın üstünde ısıtıyoruz. Orta okulda din dersi isteğe bağlı ve okul evden çok uzak. Gün ışımadan yola çıkıyorum. Anacık sarıp sarmalamış sadece soğuktan korunmak gerek. Yollarda çocuğum tecavüze uğrar mı korkusu yok. Güven duygusu ne güzelmiş. Ne ki uykulu uykulu iyi ezberlenmemişse sure, hocanın ince sopası iniverir tepene. Olsun öğretmenin vurduğu yerde gül biter. Kinlenmeyiz.!

    Ayakta kısa soket çoraplar. Her yer kar buz. Kız lisesi yokuş ayaklar dizlere kadar mosmor. Ne soğuktun sen Ankara. Okul bahçesinde kartopu yün eldivenler vıcık vıcık sobaya tuttunmu elleri yakar ateş buz gibi olmuş elleri.Buz da yakar ateş gibi.İki örgü saçların buzdan iplere döner. Hey gidi günler hey. Şimdi biraz kar yağdımı servisler iptal. Değişim iyi ya da kötü göreceli, bence.

    Apartman arkası tepeydi oralara tırmanırdık. Annem uzun saçlarıma kırmızı kurdelalar bağlardı.Balkondan onlarla takip ederdi beni. Mor menekşeler vardı baharda. Artık yoklar. O güzel kokulu mor çiçekler. Şimdi hercai oldular. Adam suratlı oldular. Öfkeli yüzlerde kokusuz bakıyorlar. Mor menekşelerde kaldı çocukluğumuz.

    Sarı musluklu, siyah mozaik taşlı apartman daireleri. Banyoda odunlu termisfon, kurna yeşil sabun. Pazar günleri banyo yok öyle her gün duş. Gece titreyerek tuvalete gitmek sabahları saati kurup yorgan altında ders çalışmak. Misafirlerden vakit kalmaz ortam bulunmaz. Çocuklar susar, gülmez, lafa karışmaz.

    Çalışacaksan sabah çalış hem aklında daha iyi kalır derler.. Büyükler her şeyi bilirler tabii. Bir gün bodrumda oturanların evine lağim suları dolar. Kirayı vermezler, merdiven kullanmaz camdan girer çıkarlar pencere kapalı ise camı kırar girerler. Derbeder bir aile. Dede temele domuz koymuşuz der ama onları yine de çıkartmaz. Köyden gelmiş bir yakınları bir de rüya görmüştür. Herkese onu anlatır. Apartmanın olduğu yer 1402 Ankara savaşının olduğu yerdir. Doğru mu ne kadının rüyası. O ne bilsin Ankara savaşını. Asker gelmiştir rüyasına soyadımızı vermiş asker onlar üzerimize sı.....r, bizi b...k içinde bıraktılar diye bilgi vermiş. İşkillenir bizimkiler araştırılar sahiden savaş alanı yerlerdir. Timurlenk (Aksak Timur) Beyazıt’ı da burada kafeslemiştir.

    Etkilenir bu söylemden aile yine iflas ederler sonrasında. Kardeşler tek tek terk ederler binayı.
    O civarda yapılan bütün apartmanların sahipleri kısa bir süre sonra ölür. Bizim dede de göç eder bu dünyadan. Buraya yeni taşındığımızda ne tuhaftır ki balkonda birikmiş karton gazete kağıtlarını kardeşimle yakmışız korkup bakakalmışız dede de eve gelirmiş o sıra bunu işaret saymış bu ev bize yaramayacak demiş. Yaramamış da.

    Tesadüftür belki her şey. Yorumlar muhtelif ama Ankara’nın soğuğu gerçekti.
    Uzun kışlarda çok üşüdük.

    Üşürdü bedenimiz ama sıcacıktı yüreklerimiz.

    Çaydanlığın mavisi çay için kırmızısı ıhlamur için. Gece sıcak sıcak için derdi büyükler. Bütün gece soba üstünde kaynardı. O zaman şimdiki gibi beş dakika tut iç olmazdı kırmızı olacaktı ihlamur kokusu bütün evi saracaktı. Bozacımız da vardı tabii bize sorumluluk yükleyen. Bu soğukta gariban ekmek peşinde derlerdi çağrılırdı bozacı bıyıklar buz tutmuş bozacı donmuş takkesi ile kurt adam olmuş derdik biz çocuklar. Bazı geçeler merhamet tavan yapar komşularada alınırdı ikramdan. O en soğuk zamandır bilirdik biz. Aman ki aman.

    Evde sıcak bir tas çorba, komşu teyze gelirse çaya yanında börek puaça oh ne ala.

    Güzelmiş çocukluğumuz selam anılara..

    Cahide Yormaz Öz
    1.4.2017 mi NE

     

  • AYSEL Yazan Cahide Yormaz Öz

    AYSEL
    Fincancı katırları çın çın, nal seslerinde hırçın. Leylim leylim lal oldu dilim. Laleli
    semtinde minik bir evim. Haskovo’dan gelmiş ceddim. Gül kokarmış eski yerim. Laleli
    çekmiş gülün kokusunu derim.

    Yerleşilmiş yurt edinilmiş gurbetim. Ana, baba, teyze, kardeşler. Hısım akraba
    çevrede. Teyzenin çeyizleri kalmış sandıkta. Alman kurt havlamada. Ona da yapılmış bir
    koliba. Gel zaman git zaman kardeşler okumada. Siz okuyacaksınız köftecilik yapmak yok
    size. Çok kokar soğan sarımsak. Öldüğümüzde yaparsınız helvayı. Ateşler sarmadan bacayı
    bitsin demiş mektepler. Baba ne derse o olur. Böyle biline.

    Kız kardeş avukat olur. Bulur erkenden bir Boşnak. Yedi sene yeşil mürekkepli
    mektuplar saklanır evde, abla sırrına ortak. Yoktur onun sevgilisi ne yapsak.
    Onun da sırrı vardır bilmezler. Yerli arabanın bile ayrıcalık olduğu seneler. Genç bir
    adam otuz yaşlarında Aysel otuz üzeri. Bu hep böyle Aysel’in kaderi. O yaşta daha yeni
    öpüşmüştü Aysel, şaşmıştı genç adam, çekti ilgisini onun flört gibi bir oyun. Soğuktu
    Bulgarya, geçmişti ülkesinden bünyesine o hava. Her neyse daha özgürlük edebiyatı herkesin
    haddi değildi. Bir yerlerde yemek yendi. Sonra genç adam “hadi bize gidelim” dedi. “Niye?”
    dedi Aysel, şaşkınca baktı adama. Sadece uyuyalım dedi ona. Ne diyordu bu adam. Onu
    beğeniyorum ama bu kadar hatta âşık oluyorum sanırım ama ilerisi yok. Bulutlar çok. “Beni
    evime bırak” dedi Aysel ona. Çevirdi rotayı adam kızgınca tartışma büyümüş çirkinleşmişti
    hatta konuşma “Sen hastasın kızım hala bir cinsellik yaşamaman anormal bunu bil ha. “Ben
    hasta değilim üstelik tıp okuyorum, önce seni iyileştirmem gerek. Seks manyağı mısın
    yoksa?” “Ben hasta değilim iradeliyim hormonlarım kontrollüdür hemen durdur arabayı
    ineceğim” dedi. Zınk diye durdu o da. Oysa akşam karanlığında sokakta kalmayı sevmez hatta
    ürperirdi. İstanbul şehrinde taksiye bile binmek zordu bu vakit caddeden binen bir kız. O
    zamanlar herkese hesap verilir. Aile, komşu, bakkal hatta sokaktaki adama. Hiç tanımadığın
    biri “yavrum nereden..” diye sorabilirdi. Arabadan indiğinde bir bozacı geçiyordu oradan.
    Ona güvendi birden. Arabanın birden durması gibi kız da durdurdu sevmeyi, âşık olmayı
    garip bir biçimde. Oysa yürekte başlamalıydı aşk sonra beyinde en son tende. Duygular
    buluşmalıydı önce. Bozacının gölgesi ona güvence.

    Kontrol mekanizmasını kullanmak niye hastalık olsundu. Önce güven doğmalıydı.
    Üstelik çok sağlıklı idi. Kadındı ve sevmeye açıktı. Hayatında en önemli şey sanat ve dünyayı
    tanımak. Onun içinde okumak vardı. Dünyada aşk da vardı ama acılar da vardı. Üretmek,
    yardım etmek esastı. Tıp tahsili bitti. Almanya’da kaldı. Kaç yıl geçti hayatında sadece aşk
    yoktu.

    Haskovo’dan gelen aile artık tanınmıştı. Kök salmaya başlamıştı. Baba GURBET
    köftecisi oldu. Kaşarlı köftelerini tel tel irmik helvasını çok sevdiler. Ünlendi. Yedirdiler,
    içirdiler, tutundular yerlerine. Meslek edindi gençler. Sarı kırmızı takımda ünlendi hatta
    sarıkafa oğlan. Sonra ters göçe Almanya’ya savruldu. Alman kadınlar bir- iki derken her biri
    bir yöne dağıldılar. Büyükler sonsuza göç etmeden baba, kızı evlensin istiyordu. Teyzenin
    çeyiz sandığı kızlara açıldı.

    Doktorluk kutsal meslekti. İyi bir çocuk doktoru oldu Aysel. Haftanın iki gününü
    yoksul mahallenin çocuklarına ayırdı. Tabii tüm kadınlar sadece o günler muayenehaneye
    gittiler. Çok kazanamadı. Olsun manevi kazanç önemliydi. Sonra yoruldu emekli etti
    kendisini. Tam artık yorgunum derken kısmet çıktı bir yerden! Armudun sapı, üzümün çöpü,
    uyuyalım diyen öcü derken tek başına kalmaktan korkmuştu… Getirdikleri efendi adamdı
    görünüşte yoldaş olsun son tahlilde. Duvaksız gelinlik giydi. Utanmıştı bu yaşta gelin mi
    olunur! Baba üzülmüştü, onun hatırına etekleri tüylü bir elbisemsi gelinlik giydi. Kimseyi
    kırmak istemezdi kızı, ama bir anda da yorgan yakan deliydi hemde yani tanırdı kızını.
    Yanmasındı yorgan varsın duvaksız olsundu gelinlik dedi baba. Ne çok istemişti okul bitince
    evlensin kızı vakitlice. Öteki okulu bitirmeden gitti Boşnağın peşine. Neyse damat söz verdi
    bitirtecekti okulu. Ama Aysel’de yoktu ya niyet ya cesaret.

    Kısmet geldi ama ne kısmet adı Hikmet.
    Beyoğlu Evlendirme dairesinde kıyıldı nikah. Emirgan çay bahçesine gidildi.
    Tebrikler dediler kuru kuru, içtiler ıslak çayı herkes evine. Aysel bir yabancı ile yeni hayatına
    gittiler.

    Aracılı evliliklerdeki izdüşümsüz gündelikler. Çarşı Pazar, kadına ikide bir ayar nasıl
    pişsin enginar. Etli mi olacak zeytinyağlı mı kabak. Mesele bu ya Hamlet, tabii sabret Aysel
    sabret.

    Resim de yapıyordu Aysel suluboya pastel, karakalem enteresan. Koca almış ona lütuf
    fonundan bir dolu boya, güzel güzel yaparken kırmızıya boyanır mı papatya?
    Devam etti bir süre. Koca bey rahatsız oldu boyadan. İkinci el bir araba aldılar
    düştüler yollara.

    Dubrovnik’de lastik patladı. Tamir vakit aldı. Bindiler gemiye, elinde yelpaze,
    uyudular sabaha kadar. Yağmurla karşıladı onları Ancona.

    Aysel iç geçirdi ah dönebilsem anama. Ne vardı bu vakitten sonra varacak bir adama.
    Biraz pişmanlık, biraz isyan, biraz kabullenme derken anlamadı nasıl geçti seneler.
    Üretmeden tüketmek, tükenmek… Birlikte ne bir paylaşım ne bir yerleşim ne sarılacak
    ibrişim. Tuval ve boyalar atıldı. İkinci el araba satıldı. Çoktan yemek içmeye dalmıştı her an.
    Canım deniz kenarında çay içmek istiyor diyordu. Çok sevmiyordu sokağı koca.
    Köfteci babadan kalan miras dursun da bankada biraz. Tatlı niyetine kiraz.
    Herkesin bir planı var. Plansız olur muydu Hikmet!

    Aysel artık günleri şaşırıyordu. Unutuyordu bir şeyleri. Huylandı adam. “Hadi sokağa
    çıkalım” dedi karısına. Garibim çok sevindi o ara. “Önce bankaya uğrayalım, sen hesap
    müşterek olacak” diyeceksin diye ezberletti ona cümleyi. Sevindi Aysel ezberi doğru etti
    hemen. Atıldı imzalar ne var ne yok geçirdi üzerine Hikmet o meblağı, berkemaldi saadet.
    Ne yediğini de unuttu Aysel. Kocası tüm malını almış bir yakınına devretmiş.
    Alzheimerli Aysel ne yapacaktı parayı? Öldü ayında adam. Aysel ve Alzheimer kaldılar baş
    başa. Adamın eve almadığı Aysel’in yeğeni yetişti imdadına.
    “BOZA İSTEDİ CANIM” dedi Aysel.

    Ne koca
    Ne bozacı duymadı Aysel’i
    Biraz umut biter bu yeknesaklık dedi içinden Aysel.
    Hatırladı nasılsa bir anıyı. Arada bir sayfa açılıyordu eskilerden de yeniler gelmiyordu önüne.
    Yabancı bir ülkenin minik bir sahil kasabasına gitmişlerdi. Arabanın silecekleri yetişemiyordu
    yağmurun hızına. Ve o hala alışamamıştı kocasına. Onu sanki yeni tanıyormuşçasına
    yağmurun hüznünde ilk rastladıkları otele girdiler. Ev gibi bir otel, aslında ne ev ne otel.
    Karataş eski bir banyo sanki dedelerden miras kalmış boş bir eve bakmaya gidilmiş. Yok dedi
    Aysel ben burada ölürüm. Bu ne kasvet kapalı bir kutu ne otel ne ev başka bir yer. Peki dedi
    nasılsa koca yağmur dinsin bakarız etrafa belki yakında vardır bir yer. Açmadılar bavulları
    koltuklara oturdular. Birden koridorlarda bir telaş çıktılar odadan yaşlı bir çifti alıyorlardı
    sedyelere onlar da bir gün önce giriş yapmışlar ölmüşlerdi gecesinde.

    Korkardı ölümden Aysel doktor olsa da. Odaya girdiler valizlerini alıp merdivenlerden
    koşarak aslında kaçarak çıktılar o yerden. Arabalarına bindiklerinde sırılsıklamdılar.
    Gidiyorlardı öylesine.
    Ölmeden çıkmışlardı.
    İstikamet neşeli yerlere mi?
    Vara yoğa ya bağırıyor ya gülüyordu artık. Ne Hikmet vardı ne bir başkası.
    Albümdeki gösterilenler hep yabancı.
    Hep canım boza istiyor diyordu.

    Getirmişti yeğeni, “bu ne?” demişti bir daha da almadılar. Alzheimer ona bozayı
    hatırlamasına izin vermişti sanki. Ama tadını da unutmuştu.
    “Ben seneler önce bir arabadan inmiştim bir akşam vakti bozacıyı gördüm boza alacaktım
    ama niye hiç boza alamıyorum?

    Gecem, gündüzüm sen misin? Bana yoldaş hüzün, aklımda hep yaşlar dolusu gözüm, bir
    hoyrat rüzgâr ne yaz ne kış ne düşen yapraklarda kaldı iz yol bitmez bu güzün. Ayrılık vakti
    diyordu bir ses, benim miydi? Senin miydi? Belirsiz. Kar beyaz oldu her yer, gizlendi anılar,
    yol bitti, geçti rüzgâr ne karşılayan ne uğurlayan. Alzheimer mı Hikmet mi öldürdü beynini,
    belli olmadı.

    Beyaz boş bir sayfa açtı sanki ona. Hadi dedi istersen anıları karala.
    Bir öykü kitaplara sığmayan. Kalemi yazmayan, okuyanı olmayan, sayfalar dolusu boş
    bir defter. Hiçbir şey anlatamayan hatırlayamayan.
    “Canım boza istiyor” dedi yeniden...

    Ah Aysel

    İllüzyon bu hayat.....

    Cahide Yormaz Öz

     

  • Bir Kadın

    kadın Gecenin bir vakti, yoksa sabah mı demeliyim! Ne gece ne sabah, öyle bir saat. Kaçtı yine uykum hep kovalamadayız onunla bütün bir gece.


     

    Hep kaçarlar kafalarına göre, giderler bir yerlere bir türlü organize olamazlar bir yerlerde. Nereye kaçarlar ben de bilmem. Barışık olmadığımızdan bu haller. Gecenin kuytu kuyularında bir taş atılmaya görsün inerler peşi sıra. Ara dur sonra, barışamadık uykuyla. Ne o bende kalır ne ben tutarım onu, öylesine bir kavga.

    Beyinde buluşuruz önce hevesle hadi sakin geçsin deriz bu gece. Hatta dileriz birbirimize iyi gece. Aniden çıkagelir bir bozguncu takılır bir nifakçı cümle eskilerden, başlar işkence.

    Anlamadı beni kimse. Ne deseydim de gelirdi aşk, iki çocuk doğururdum şiir gibi, ev yapardım kocaman, bir odası roman, bir odası öykü pembe panjurlu evi anlatan balkonu novelladan. Sevseydin beni hep defne kalırdım sen gibi yeşil ve taze, meyvesi siyahtan. Zeytinimsi.

    Acı mı olur dedin çalardık o zaman komşu bahçeden sarı kirazdan, tatlanırdı belki gelecek diyebilseydim sevdiğim birazdan.

    Kimlere gitmiştir bu cümleden olanlar. Ey uykusu kaçan kadın cennet midir sana o adam. Yok deme sakın var mıydı bu öyküde adın. Kaçar uykular bitince rüyalar sana mahsus değil bu satırlar anla be kadın.

    Bitir cümleni kapa pencereni girmesin evine duman, yine yakmış bir kadın sevdiğini anlatamadan.

    Bir arı vızıldar aniden sabah olmuştur penceren. Arı ile sobet edersin ben uyumadım sen çiçek gezersin.

    Bal böceği, dolaş her renk çiçeği, kimi gül goncesi, kimi deve dikeni, kimi deniz lalesi, kimi kaldırım çiçeği.

    Değişmez çiçeklerin gerçeği. Açarlar, düşerler... Yoktur çoğunun uyku gerçeği, akşam sefaları sefalıymış, akşamları arı ile sohbet, verilmemiş onlara tanrıdan bir zahmet.

    Bende isterim Tanrım senden bir rahmet. Bölme uykularımı olmasa da o yar gerçek arı ve çiçek gibi uykuda ver koyu bir sohbet.

    Küserim uykularım sana yorarsınız beni hem de hasretken onunla rüyalarıma. Oysa küsmelere vakit yok sevmelere az kalmışken zaman olmasa hayaller yaşanabilir mi gerçekler. Hiç olmazsa rüyalarda yaşamalı hayaller. Yakışıksızdır öykünmeler. Yok artık çiçekli bir bahçe, başka bahçelerde açacaktır güller. Bahçevan, güneş su farklı değildir aslında manzara bahar. Karışık esti yine rüzgarlar esmiyor meltem, kırıcıdır fırtına, hayaller gibi uykularında yalancı umma ondan vefa.

    Yeni bir sabah, akşama uykuyla kavga, gün geçecek öylesine.,

    Yarı uyanık yarı uykuda ne hayal ne rüya

    Öylesine

    Ebruli günler

    Bir açılaa bir kapana...

    Kendi kendine konuşuyordu kadın

    Sözlerine kulak dayadım

    “anlamadı, sevmedi sevdiğim”

    Diyordu yüksek sesle

    Hayli meraklandım

    “kapa pencereni” dedi bir ses “ girmesin evine duman”

    Bir kadın yakmış kendini anlatamadığından...

    Cahide Yormaz Öz

    27.5.2016

     

  • Biz Bir Program mıyız?

    Güncelle ne kadar meşgulüz değil mi? Dünya sadece bizim etrafımızda bizim günlük yaşamsal ihtiyaçlarımızda dönüyor sanki.


     

    Maddesel endişeler bugün ne yiyeceğiz, ne giyeceğiz, işe kolay mı zor mu gideceğiz, masraflar, sağlık sorunları, hastalıklar endişe verici, ilaçlar, bizi yöneten birileri var onlara teslim mi olduk ya da edildik, adiller mi?

    Dolar inip çıkıyor, borsa ne durumda, menkul yatırımlar, ev araba alma telaşı, daha iyi daha yüksek standartlı yaşam arama buna çabalama, hırs, kıskançlıklar, rekabet, aşk acıları, bütün bunları niçin yaşıyoruz.

    Bize verilmiş kısa bir zaman diliminde tutunabilmek için. Arkaik çağlarda da yaşadı canlılar. Toplayıcı oldular, para kavramı yokken de yaşadılar. Belki korku ile de tanış değildiler. Bilinmeyenden korku olabilir mi?

    Ancak diğer bir canlı sana dokunduğunda teması acı vermişse korku ile tanışmışsındır. Sonra evrim demişiz parayı yaratmışız, ekip, biçmişiz takas etmişiz, ateşi bulup çiği pişirmişiz ve öldürmeyi öğrenmişiz. Bölünmüşüz, ayrışmışız diller doğmuş, ilim bilim felsefe demişiz daha kağıt yazı yokken taşlarla taşlara çizmiş şekillerle bir şeyler anlatmışız dil öncesi. Uzun bir serüven dünyalı olmak, insan olmak boşluğun ya da bize göre boşluğun sırrını çözmek ve hala çözülemeyen sırlar. Bilinenler bilinmeyenlerin kaçta kaçı kimbilir!

    Bütün bu rutinde başı sonu olmayan serüvende bu koşumuzda biraz bu koşuya ara vediğimizde ve en çarpıcı duyguda acılar yaşadığımızda, kayıplarımızda, yas tuttuğumuzda sipiritüel yaşamlarda olabilyoruz.
    Sorgulamaya başlıyoruz. Nedir bu anlamsız koşu. Tarihten gelip geçenler, kim ne sonuca vardı, kim varacak bunları düşünüyoruz.

    Düşünce nedir? Biyolojik varlıklarız sinir, kas, kan,su yapısında elementleri olan maddesel varlıklarız. Bu kas dokusunda bu duygular düşünceler nasıl yerleşmiştir.Kalp neden aşkın merkezi, beyin düşüncenin merkezi seçilmiştir. Ruh beden buluşması bir kontrat dahilinde bir yüksek akılda bir düzlemde, bir bilinmeyen olguda ki tanrı diyoruz ona, onun şifre vermesiyle mi imzalanmıştır?

    Geçmişimizle ve bu dünyada ölümden sonra veya ölüm yeniden doğuşsa reankarnasyonu yadsıdığımızda veya kabullendiğimizde metafizik ile bir bağlantı kuruyoruz. Değişik boyutlarda yaşıyoruz sanki.
    Güncelin yalanından başka varlıklara sığınmak istiyoruz. Meleklerimiz oluyor. Onları hayalimizde kalıplandırıyoruz. Kanatlandırıyoruz. Bir çıkmazda birden yolun açılıyor melekler korudu diyoruz.

    Bu evrende bu dünyaya gönderildiğimizde bazı kontratlar imzalıyor olabiliriz. Bu imzaları bilerek ama unutarak belki. Belki bu melekler de bize refakatçi olarak zimmetleniyorlar. Belki bu senetleri bugün ciro ediyoruz başka benlerimize. BEN BİZ olurken yaşadıklarımız bir film şeridi gibi geçiyor gözlerimizin önünden bazen. Rüyalarımız da birer hatırlatma oluyor. Veda ederken bir anı, bir disket bırakıyoruzdur birilerine kimbilir! Hatalarımızın her biri bir sınav olmuş yeniden deneme fırsatı verilmiş,başaramadıklarımız disketin boşluklarında daha sonraki tamamlayıcıya bırakılmış olabilir mi?

    Zaman zaman, ZAMAN tünelimizde daha önce gördüklerimizi sandığımız birileri ya da olayları yeniden yaşıyor sanmamız dejavu diyoruz hani.

    Kaybettiklerimiz onlarla diyaloglarımız tınıları, kulağımızda kalır. Evrende yankılanır. Onlarla rüyalarda iletişim kurmak isteriz. Onların hayatlarını ne kadar etkiledik ne kadar çekilmez kıldık ya da onlar bize nasıl bir yol çizdirdiler? Bu yolları biz mi çizdik biz mi seçtik? Bu iç dünyamızda ki kaos bu sorgulama biter mi? Bunları bilinçli mi yaptık yoksa biz o hatırlamadığımız ama imzaladığımızı kabul ettiğimizi düşündüğümüz kontratlar, aile seçimi ve tüm yaşadıklarımız bir programda mı verildi?

    Yıllar öncesinin kaosları, kavgaları bir dinginlikte biter mi?

    Ruh ve beden hangisi sorumludur bu uygulananlardan. Sınav sonu nedir? Sonuçlar ne zaman alınır, alınır mı? Başarı varmıdır, başarı nedir? Ruhun tekamülü müdür?

    Diploma ne zaman verilir sonra kimlere servis edilecektir.Bütün bu deneyimler öğretimidir, öğretmen varmıdır, nasıl olunur. Ya da bir cangılda, doğada tüm zorluklara salıverilmiş deneklermiyiz?
    Dünya bir gelişim laboratuvarı, olaylar etüv/karni, biz insanlar denek, diğer canlılar sunakta, akıl ve beden sürekli bir anlamsız malzemeler cümlesiyiz.. Deneyim kabı olan dünya birbirleri ile uyuşmayan elementler, sonuç savaş atom bumm...

    Patlamalar, ölümler, cehennem...

    Veya ruhani bir teslimiyette bu verilen programda başka elementlerle karışmadan tüm savaşları, rekabetleri, hırsları, terk edip dingin bir ruhla programı labratuvar dışında durup, olanları izleyip programı sahibine teslim ederek huzur ile terk. Cennetimiz olur mu bu dinginlik?

    Tercih seçeneği varsa kontratta cennette buluşalım derim
    Cehennem de cennet de bizde şerhini koyarak ,

    İyilik melekleri ile...

    Cahide Yormaz Öz
    27.11.2016

     

  • Değişim Posta Gazetesi Köşe Yazısı

    Tescil Talep Üzerine Yapılır.

    Fenerbahçe gönüllü evinde uzun yıllardır “NLP sohbetleri” yapıyoruz. Güncel, genel, özel konularda zihinsel süreçlerin nasıl oluştuğunu konuşuyoruz. Bu yaptığımız çalışmaların insanların hayatını yönetmesine yardımcı olduğunu düşünüyor ve görüyorum. Bu toplantılar yaz ayları dışında her ayın son çarşambası yapılıyor. Çıkan ayın son çarşambası gibi.


    Bu çalışmalardan birinde masal yazma çalışması yapmıştık yaklaşık 3 yıl önce. Katılımcılar gelecek toplantıya bir masal yazıp getireceklerdi. Gerçekten de çok güzel masallar yazılmıştı, herkes yazdığı masallarını okudu. Güzel bir toplantı olmuştu. Bunlar içinde siyah ve beyazın kullanıldığı soyut bir masal vardı. Bunu yazan kişiye “siz yazabilirsiniz” cümlesini söylediğimde, “lise çağlarında yazıyordum. Bir gün yazdığım güncemi annem buldu ve sonra da yazmayı bıraktım”.cevabını vermişti.

    Cahide Yormaz Öz

    Annesini ve kardeşini kısa süre önce kaybetmiş ve matemdeydi. Yazmaya başladığını söyledi. Aradan bir zaman geçtikten sonra yayıncı aradığını öğrendim. Yardımcı olmaya çalıştım ama kendisi yayıncısını bulmuştu. İlk kitabı konuştuğumuz yılın kasım ayında raflarda idi. “Bir Masalmış Yaşam”.Kendi hayatını, çocukluğunu, genç kızlığını anlatıyordu. Yaşanan darbeler, sosyal olaylara da tanıklık ederek. Güzel anlatıyordu ve keyifle okunuyordu yazdıkları, şarkılar ve şiirler vardı içinde.

    Aradan bir zaman geçtikten sonra “yeni kitabım yayınlanıyor” dedi. Yeni kitabının adı “Kimsesiz Hayaller”di. İkinci kitabı böylece yayındaydı. Bu sırada bir web sitesinde de yazılar ve kurmacalar yayınlıyordu.

    Bir zaman sonra Boşnak yemeklerinin tarifi verilen “Annemin yemekleri”isimli kitabı da yayındaydı. Böylece 3 kitabı yayınlanırken bir başka internet gazetesinde köşe yazıları da yazmaya başlamıştı.

    Birkaç gün öncesinde ise yeni bir kitabının yayınlanacağını öğrendim. “Şiirselim Öylesine”isimli kitabı duyguların şiir formunda okuyucuya aktarılmasını sağlıyor. Bu kişinin Adı Cahide Yormaz Öz. Kitapları Admeta Kitap'tan yayınlandı.Kendi kaynaklarını kullanmaya başladığında hayallerinin ötesine taşımıştı. Kitaplarını okuduğunuzda anlatımın çok farklı bir akıcılıkta olduğunu görebilir, aktarılan duyguları yaşayabilirsiniz. Google'da Cahide Yormaz Öz ismini arattığınızda yüzlerce link çıktığını göreceksiniz.

    Bunu yazmamın nedeni bir ev kadını iken davet edildiği gönüllü evinde kaynaklarını kullanabileceğini farketmiş ve daha sonra da kullanmaya başlamıştı. Bu konuda kaynakları vardı.

    Acaba sizin hangi konuda kaynaklarınız var? Bu kaynakların ne kadarını kullanıyorsunuz? Karar verip kullanmaya başladığınızda, değişimi başlatabilirsiniz. Bu sırada özellikle yakın çevreniz sizin değişimizi istemediği için size destek olmayabilir, hatta engellemeye çalışabilir. Bunlara aldırmadan yolunuza devam etmeniz en önemlisi.

    Ayçe Ayyıldız

    Bir başka güzel örnek ise, Ayçe Ayyıldız. Facebook sayfasında çocukluğuna ait anıları yazıp paylaştığında çok sayıda takipçisi olduğunu farketti. Bugün olmayan, sokakta oynamak kavramının olduğu dönemleri, aile, komşuluk, arkadaşlık ilişkilerini ve o yıllara ait dönemleri anlatıyordu. Sonra da yazılarını yazmaya devam etti. Kitaplaştırılabileceğini düşünmeye başladığında adını da koydu. “Biz o zamanlar Baaçede Oynardık”.

    Önce kitabını elinde hayal etmişti ve birkaç hafta önce kitabı elindeydi. Doğan Kitap'tan aynı isimle yayınlanmıştı.

    İstemek ve Değişim

    Cahide Yormaz Öz ve Ayçe Ayyıldız iki güzel örnek. Kadınların ve Türk insanının neler yapabileceğini gösteriyor. Kendilerine yaptıkları ve yazdıkları için teşekkür ediyorum.

    Bu yazıyı okuduğunuzda biraz düşünün lütfen. Siz neler yapmak istemiş ama harekete geçememiştiniz? Neleri yarım bırakmıştınız? Bugün son defa bunları düşündüğünüzde aslında sizi engelleyenin söyleyemediğiniz duygular, korkular, ifade edilmemiş istekler olduğunu göreceksiniz.

    Eski Türk Ticaret Kanununun 29.ncu maddesinin ilk cümlesi “Tescil talep üzerine yapılır” idi. Siz hayattan bir şeyler talep etmiyorsanız, tescil edilmesi mümkün değil. Kaynaklarınıza uygun hedefler için istemeye başlayıp, hareket geçtiğinizde, istediklerinize düşündüğünüzden daha kısa zamanda ulaşacağınıza eminim.

    Nereden mi biliyorum?

    Tabii ki Karar yine Sizin.

    Cengiz Eren

    http://www.erenlp.com

     

     

  • Dingin

    Yaz bitmiş. Hep bitmiyorlar mı zaten? Özlemler, umutlar bitmiyor ama yazlar kışlar bitiyor yeniden yeniden bekleniyor sadık duygularla. Yoruyor bu umutsuzluk neyi beklediğini de bilmezken. Hep yeni birşeyler olsun hayatın akışı değişsin istiyorsun. İşte yorgun hissediyorsun kendini ve kaçmak bir yerlere oysa beraberinde götürüyorsun tüm duygu ve düşüncelerini. Seni azat etmiyorlar.


     Yaz bitmiş ama henüz sıcak arada bir bulutlar, haber veriyorlar sonbaharı. Ağaçlar daha sonbahar hazırlığında değiller henüz. Uzatmalardalar. Umut veriyorlar belki bir yaz haftası olabilir. Gençlikte çok gidilmiş bir tatil beldesi yine. Huzur mu aranır anılar da sessizce.

    Bir otel odası. Sevmem otel odalarını. Gelip geçici mekanlar önce ürkütür beni. Onun için mi tekdir sevdalar. Olmamıştır hiç daldan dala konmalar. Yüreğin alışır birine hep onda kalırsın. Belki uzun bir zaman değildir ama yeri yıllar öncesi sanki ayrılmıştır.

    Neyse Yabancı odaya önce bir düzenleme yapılır. Silinir tüm izler bir bezle. Havalandırılır. Yeni bir hava girmelidir bana ait.
    O zaman bütünleşebiliriz odayla. Güneş kremimi bir rafa koyduğumu sanıyordum .Bulamıyorum. Karıştı sanırım raflar da düşte. Getirmemiş olabilirim. Canım sıkılıyor bu tedbirsizliğe. Neyse kötü şeyler düşünmemeliyim. Yakarsa yaksın, yakan güneş olsun.

    Otel odasında bırakıyorum telefonumu. Çalmasın istiyorum. Sanki çalarmış gibi.Kendime bir önem atfediyorum. Ve gülüyorum kendime.
    Başka bir otelin plajına dalıyorum. Tenha her yer.Birkaç kişi var.Yüzü sivilcelerle dolu bir çocuk şezlongları düzeltiyor.

    “Günaydın çocuğum bana bir tane gölgeye çekermisin” diyorum.

    “abla böyle sırada olacaklar bunlar bozulmaz” diyor.Teyze demediği için kızmıyorum.!

    Cetvelle düzeltir gibi sıraladı şezlongların her birini. Patron simetri takıntılı belli. Belki de kendi darmadağın biri kimbilir!

    Şimdilik başım gölgede kalacak birine uzanıyorum.Sade bir kahve istiyorum.

    Çok tenhayım bende plaj gibi. Yalnızlığımla birlikteyim. Edip Cansever’in dizesi gibi “Bakmayın etrafımda çok insan dolandığına, sırılsıklam yalnızım aslında” dediği gibi. Usumda kalabalıkta, duyguda beter yalnızlıktayım.

    Bu defa çok hoş geliyor bu sessizlik. Düşünmemeyi düşünüyorum. Düşünmeyi düşünmemek de düşünmek değilmidir?
    Oğuz atay’ ı okuyorum.” Korkuyu beklerken” Hep korkularla bekledik. Mutlu olur muyuz dedik, kaybeder miyiz dedik, gider mi dedik hep bekledik hep korktuk.

    Kendisini eve kapatmış adam yani romanın kahramanı. Şimdi benimle bu yerde. Ha bire öleceğim diyor. Merak ediyorum. Çok kararsız. Öleceksen öl artık diyorum. Deniz dalgalanmadan buluşayım onunla. Bir denize bakıyorum bir adamın ne yapacağını okuyorum. Hiç beni duymuyor. Bahçesinde ki ayrık otlarını ayıklamaya başlıyor. Oh bu iş uzun sürecek belli. Başımı düzlüyorum tahta sırada ne halin varsa gör diyorum düşünce setime. Bacaklarım ayrı takılıyor. Gün doğusu rüzgar, güneş, hoş bir birliktelikteler. Ayaklarımda ki sıcaklık bütün bedenimi sarıyor.Beynimden bağımsızlar. Parsel parsel bedenim. Orta bölgem sakin. Çok sıkı bir kahvaltı yaptım.Hiç birşey istemiyor. Sessizde. Tatlı bile düşlemiyor.Fincanımda neler çıktı neler. Fal kapatıyorum öylesine. Gözlerimin işi var. Benzet bakalım geldi mi müjde kuşları, yollar var mı yarına, sevgi tenceresi kaynayacak mı, iyi şeyler görün gözlerim. Onlar da öylesine bakıyorlar. Tercümesiz.

    Çalkalanıp duran deniz. Gelenleri içine almamazlık etmez, ama dalgalarıyla girenlerin izlerini siler bırakmaz. Kabulsüz bir kabuldedir sular. Girenlerin duygularını da DNA larını da vurur sahile habire. Temiz tutar kendisini. Dalgalar sesleri ile çok şey anlatırlar. Biz anlamayız o dili.

    Anlaşılmaz bir sır dildir. Anlayamadıklarımız gibi.

    Güneş, deniz, rüzgar aralarında fısıldaşırlar.İnsana dokunurlar asla sır vermezler.

    Bitti mi ayrık otları merak ederim dönerim o tuhaf adama.

    Hala kararsızken o, çakıl taşları toplamaya başlıyorum. Beştaş oynuyoruz benle. Çocukluğumuzda ki gibi. Köprünün altından geçiyor taşlar tek tek sonra onları köprü çıkışında topluyorum yine tek tek. Hiç onları düşürmeden oynuyorum. Düşürsem yanarım öyle derdik çocukken sıra bozulurdu. Sıra benim benime gelmiyor hep ben oynuyorum. Kızıyor birden dağıtıyor taşları. Olsun ben yendim ya beni. Kızarsa kızsın. Önemli değil. Mızıkçı ben. Midye kabuğundan bir madalya yapıyorum kendime. Garson çocuğumu çağırsam o mu taksa seramoni olsa. Yok daha neler patron zaten takıntılı karışır çocuğun aklı.

    plajda biri var...

    Gülüşüyoruz benle hadi kutla yendim de..

    ..
    Tuhaf adam, tuhaf dünya bende bir tuhafım galiba güneş fazla mı geldi ne!

    Yeter bu kadar oyun, dalgalar beni benden alın, karmaşık her şey hep o tuhaf adam yüzünden,ayıklasın dursun ayrık otlarını zaten sayfaya da koymadım mim. Rüzgar karıştırmıştır iyice kafasını, bana ne..

    Sabahta dingin,
    Gün ortasında dünyasal
    Gündoğusu rüzgar
    Akşam yine yorgun
    Düşünceler yarına ertelenmiş
    İşte böyle bir şey
    Bir yaşam
    Yapılacak işler
    Bir kaç saatliğine güzeldir yaşam
    Sonra yine karışır her yer, her şey
    Düzen senin dışında işler
    Boşver bitmez işler
    Otel odasında karmaşık düşünceler
    Bozuldu düzen
    Bitti yaz
    Bıkkınlık, umut, mola
    Ayaz mı ayaz
    Dinginlik fora...

    16 Eylül 2015 miş /AKÇAY

    Cahide Yormaz Öz

     

  • Hayat Anlatılmaz, Yaşanır ya da Yazılır mı?

     ÇocuklukCahide Yormaz Öz, İmza günüta büyümeyi , yaşlandıkça geriye dönme isteği, yeni hayatımızda eskiyi bazen silmek bazen yeniden yaşama isteği yaşarken anlatamamak, yeniden başlayabilmek bir şeylere ancak yazarak olabiliyor sanırım. Yeniden başlayabilmek hayata vurgunlardan sonra, yeniden çocuksu olmak, yeniden hayaller kurmak, yeniden bir hayat inşa etmek olası mıdır?


     

    Yazmak yaşamak mıdır? Yaşananlar mı yazılır ya da yaşanmamışlar yazıda mı yaşatılır?

    İlk yapıtınız çok dar minik odalar. Çocukluğun hayalleri sığamazlar. Hayallerinizle çok kalabalıksınız. Sonra yaşadıklarıız hep taşınırsınız bir yerlere. İki göz oda bir bahçede ararken mutluluğu, okyanuslara gider gözleriniz bilinmedik bir gemi geçer önünüzden binip kaçmak istersiniz. Geminin güvertesinde yeni yapılar kurarsınız yazarak.

    Şu oda, küslerimle barış odası olsun, şu oda sitem odam orada hala cezalılar dururlar ,incitmekten sanıklar. Çok renkli bir masal odası yaparsın orada olmayı hak ediyordur o hayalindeki kahraman . Misafir odan çok büyük kocaman gelecekler var. Kapadım pencereyi soğuk girmesin diye içeri. Şaşırdı mevsimler ne kış ne bahar. Okyanusta bir gemide de olsan özgür değil duygular. Kırıldı kelimeler, kurulamadı cümleler, zincirlendi yine umutlar. Hayat bir tencere ne kaynarsa kaynasın içinde pişmez umutlar, hep aynı ateş yumuşamaz bir biçimde.

    Al gözümü sende kalsın çocukluğum. Hani oyun oynardık bahçede hayalden bir perde ben kukla ipler sende yeniden oyun kuralım. Sıkı tut ipleri fazla sürünmesin yerde uçur onu göklere renkli uçurtmalarda yere adım attığında, kuklaya saklambaç oynat mesela. Yumsun gözlerini o ağaca saklandı mı yine herkes kuytu köşelere. İyi saklanın umutlar 1,3,5,10 bitti sayı sağım solum sobe aç gözünü kukla bul saklananları; neşe, umut,hayal, murat nerelerdesiniz yine?. Yok sesini duyan kaçtı saklananlar bitirmişler oyunu koşa koşa arama.

    Adlarını değiştirmişler her biri çıkarlar bir bir ortaya; hüzün, keder, özlem oluvermişler birden. SOBE. Sen araken kuklam oyun değişmiş, mevsimler geçmiş o AĞAÇ yok yerinde. Hatırlamaz kukla ne zaman yumdu gözlerini ne kadar sürdü oyun, hep kalmış arayan cezalı ebe. İpler kopmuş kuklayı tutan umuttan yana ne varsa. Sahnede yerde bir kukla kimse değil onun farkında. Oyun bitmiş inmiş perde yapılamamış bis, hatta olmamış alkış ne bir seyirci. Bir boşlukta, kör kuyularda, sarı sonbaharda, uykusuz gecelerde, buzlar ülkesinde bir gemide, mavi beyazlarda buzun mavisinde, yazları düşlemeden hiç gelmeyen baharlarda, siyah karanlıklarda unutulmuş çocukluk hayal meyal karelerde, vefasızlığın, duyarsızlığın, sessizliğin, yoksunluğun çokça olduğu anlamsız zamansız bir zamanda yeniden kukla bile olamamak, vazgeçmek bir serüvenden.

    Terk etmek hayalleri, yorulmak oyuncu olmaktan ve gitmelere gidememek beklemek son pranganın sökülmesini ve tek hayal kavuşmak tanrıya şikayet etmek, sitem etmek nicelerini çok çirkinleştirdiniz çok kirlettiniz dünyayı insanlar.

    Yaşanılası hayatı yok ettiniz hepiniz. Sevgi, aşk, vefa ne varsa duygulardan yana.

    İster ana baba ol, ister başka birileri hepiniz, hepiniz bir yük bırakıp gidenlersiniz. Anılarda ağırdır ve taşınamaz hayaller, Tanrı'nın en büyük musibeti anladım ki, bir kulunu duyarlı yaratmak.

    Yum sen ağaca gözlerini çocuk hep o ağaçta kal. Saklananlar buradayız diye bağıranlar hep sahtedir inanma onlara.

    Sende ruhunu sat çocuk. “yağ satarım bal satarım, ustam öldü ben satarım” saflığında aslında sana birşeyleri satmayı ezberletmişler ve hep satmadasın bilmeden. İyi oyuncu ol yoksa , yok sana sahnede bir yer, replikler başkalarına, çukurda orkestra ondan ses gelir senden çıkmaz replik.kapa perdeyi kapa. Ne olacak alkış, ne seyirci sen boşlukta perde indirici.

    Bu kaçıncı oyun kaçıncı sahne, hey maystro son kez kaldır bageti, sonunda inen hep o kalın kahve rengi perde, gong çaldı bir iki üç yerlerinde seyirciler arada hayaller, kimine mavi gökyüzü, kimine siyah bulutlar, kimine doğdurulur taze umutlar, kimine yılgınlıklar, herkesin yorumu meşrebine göre kimi kabullenir yalanı gerçekçesine kimi gerçeklerle yüzleşmecesine aranır oyunda bir dostluk bir vefa aşkı bulduğunu sanana pranga olur hayat, kimine amorti çıkmaz yırtılır her seferinde umutlar. Hep aynı oyun seyirciler değişik eskidi koltuklar, hayal, korku, devinim. Sararsın matemlerini siyaha bir gala gecesi umutlar pembe aksesuar kolyesi bir siyah bir pembe havlu atarsın hayata solmuş beyazında, bir kışın ayazında, bir ağustos sıcağında, vazgeçersin yaşamaktan hayatı yorgun, bıkkın, kızgın. Beğenmedim bu yaşam oyununu terklerdesin.

    Arsızdır duygular, bitmez oyunlar yine dönersin. Açılsın yine perde kapanırken bir başka yerde yine başarısız oyun acemice.

    Aç, kapa yoruldu perde.

    İllüzyon bu hayati yorumlar, yorumcular muhtelif.

    Gerçekler yorucu, hayaller bıkkın. Doldu kadrajı gözlerimin

    Siliniyor tüm kareler sessizce.

    Oysa yaşam bir sonsuz deniz. Duruyorken gözlerimizin önünde yemyeşil bakıyormuşuz öylesine, ne bir çiçek koparmak ne koklamak algısından uzak hep ararken dört yapraklı yoncayı bulmasak ne gam. Anılar değerlidir yorsa da hayaller, kurusa da yonca bir defterin arasında sonsuza kadar kalacaktır yazı selinde katrenin katresi olabirsem bile yaşadım diyeceğim yinede. Ruhlar dolaşacaktır seviler alanında belki bir rafta karşılaşacak onu arayan bir ruhla...

    Yazmak da yaşamın bir parçasıdır diye açılır yeni bir perde...

    Tüm trenleri, tüm vapurları kaçırmış olanlar, yıkılmış garlar, iskeleler,arkalarında keşkeler bırakmak istemiyorsanız eğer hayat yaşamaya değer.

    Cahide Yormaz Öz/ 6.3.2016/Feneryolu

    Ve Oğuz Atay demiş ki;

    Çok şey vardı anlatacak o yüzden sustum

    Birini söylesem diğeri yarım kalacaktı.

    SEN DUYDUN MU SUSTUKLARIMI ?

     

     

  • Kelimeler Hikaye ve Sema Yaşkın

    NLP Sohbetleri Sema YaşkınNLP Sohbetleri

    Fenerbahçe Gönüllüleri Gönüllü Evi'nde Cengiz Eren tarafından yapılan NLP Sohbetleri toplantısında kelimeleri konuşurken tahtaya çok sayıda kelime yazıldı. NLP Teknikleri açısından bu kelimeleri inceledik. Toplantı sonundabu kelimeleri kullanarak bir yazı yazılması istendi. Kelimeler  ve Sema Yaşkın'ın yazdığı hikaye aşağıda.


    Vefa Hayat Şefkat Hoşgörü Mutluluk Sevgi Armağan Umut Zahmet Çiçek Sınav Özgürlük Dostluk Öykü Güç Güneş Şans Hediye Huzur Evlat Suç Aşk Merak Empati Bütünlük Sadakat Emek Aşkım Şiir Barış Hoşluk Başarılı Spor Koca Aile

    Sanat ve Yönetim

    Sevgili dostlar size bir ÖYKÜ anlatacağım.

    Ülkenin birinde SAĞLIK, HUZUR, HOŞGÖRÜ içinde yaşayan insanlar varmış
    Komşu ülkelerle DOSTLUK ve Barış içinde yaşayıp gidiyorlarmış.Bu MUTLU ülkenin ŞANSlı padişahıailesiyle birlikte ülkeyi idare ediyorlarmış.

    Yıllar sonra kral ölmüş. SEVGİli KOCAsını kaybeden kraliçenin ülkesinin BÜTÜNlüğünü korumak için bazı tedbirler alması gerekmiş.
    Ülkeyi kral olmadan nasıl idare edeceği konusunda UMUDunu her geçen gün kaybediyormuş. EVLATlarından hangisi ülkeyi idare edecekGÜÇte,
    hangisi kendisine ve ülkesine SADAKAT ile bağlı diye düşünüp durmuş.

    Biricik AŞKı kralın yerine çocuklarından hangisini geçireceği konusunda karar vermek için bir SINAV yapmak istemiş.

    Veliaht prenslerden kendilerini anlatabir şey yapmalarını istemiş.

    1.ci Prens annesine bahçesinde ÇİLEK tarlaları olan ülkenin en güzel şatosu olan EMLAKı ARMAĞAN etmiş.

    2.ci Prensin merakı ise spormuş. Sabah akşam GÜNEŞ demeden, soğuk demeden spor yapıyormuş. ÖZGÜRlüğüne çok düşkünmüş, tahtta hiç gözü yokmuş.Annesin büyük bir spor komleksi HEDİYE etmiş.

    3.cü Prens annesinde HAYATtaki tek arzusunun ülkesine VEFA ile hizmet etmek olduğunu anlatan bir şiir yazmış.

    Ana kraliçe çocuklarının hediyelerine MERAKla incelemiş. Aralarında bir EMPATİ kurmuş. 3..cü prensi ŞEFKATle kucaklayıp yeni kral olarak seçmiş.

    Prens sanatçı kişiliğiyle idareci yapısını birleştirip ülkeyi HAYATı boyu güçlü ve güzel şekilde idare etmiş. SANATın MUCİZEsi ülkeyi MUTLU kılmış.

    Sema Yaşkın

    NLP Sohbetleri toplantımızda yukarıda yazan kelimeleri katılımcılar söylemiş ben ise tahtaya yazmıştım. Bunlardan bir masal, hikaye veya şiir yazmalarını istemiştim. Uzun yıllardır bu toplantılara katılan Sevgili Sema Yaşkın bu güzel hikayeyi yazmış.Tebrik ve teşekkür ediyoruz. Siz yukarıdaki kelimeleri kullanarak hangi duygularınızı aktarabilirsiniz? Ben çok merak ediyorum.

     

  • Kimsesiz Hayaller Cahide Yormaz Öz Kitabı

    Kimsesiz Hayaller, Cahide Yormaz Öz,Birkaç yıl önce Fenerbahçe Gönüllülerinde sosyal sorumluluk projesi olarak bilgi aktarımı yaparken, bir sonraki ay toplantısı için katılımcılardan masal yazmalarını istemiştim.

     

  • Kırklı Yaşlar Cahide Yormaz Öz yazısı

    Cahide Yormaz Öz Konuk Yazar YazısıKIRKLI YAŞLAR

    “Eyvah eyvah 40” dedi bir kadın yazar. Yine 40 lı bir hikaye yenilerde aynada çizgilerden korkmak gibi.  Kırklarda otuz gibi durduğumdan veya bu konuda endişe duymadığımdan hiç aklıma gelmemişti bu panikleme. Daha aynalarla derdimiz yoktu o zamanlar.

    Bin yıldı zaten..

    Dünyaya ayna tutuyordu beynimiz ve yüreğimiz hatta derbederdi çoğumuz. Çiçek çocuklar dediler. Çiçeklenmeliydi dünya. Çiçek sevgidir, barıştır umuttur bir bakıma. Kirli uzun sakallar, ayaklarda çarık benzeri kalıplar, kızlarda uzun renk renk etekler saçlar sereserpe en doğalından. İç dünyayı temiz tutmaktı önemli olan. Dünyayı kurtaracaktık harbiden. Savaşlar olmayacaktı. Savaşma seviş bile dediler de olmadı vakitler bu deyişe. Özgür düşünce, herkes eşit, herkes mutlu kimse kimsenin buyruğunda değil özgür ülke olacaktı. “Emperyalizme hayır diyorduk. Dövüldük, sövüldük, zindanlara atıldık astılar hatta bizi! Sonra parkamızı, hırkamızı müzeye, anılarımızı kağıtlara düşürdüler. 

    “Bitlendim ben Anne” dedi zindanda tarık Akan en azından bu eylem. Otuz kilo ağırlığında giren Mamak Cezaevi’ne altmış kilo çıktı tığ teber. Susanlar her zaman muteber.

    Yıkanmak bile lükstü oralarda kuru temizlemeye gidiyordu bedenler, yiğidim aslanım Uğur Mumcu güldürmüştü epey “Sakıncalı Piyadede”

    Kitap okurduk çokça yoktu öyle bol akçe. Ülkeyi borca batırıp tüketim olamazdı hakça.

    Linguistik, akustik, probiyotik ! bilmezdikte bilirdik nedir dialektik.

    Hayat bilgisiydi o, Felsefesi yaşamın, dengeler, çelişkiler bireysellik değildi dert. Toplumda faydalı fert olmak asıldı. Deniz de asıldı. Köpürttü dertleri söyledi gerçekleri gelsindi ip.

    İnsanlar tip tip kimi bana neci, şucu bucu, Ülkesini seven sağcı solcu kaçtın ipin ucu dolandı haksızlığın kemendi böldü düşünceyi.

    Yüzümüzde çizgi mi var en fazlasından annenin küçük alüminyum kapaklı pertev kremi var.

    Belki fakirdik ama yerliydik bunca gençlik güzellik meraklısı değildik. Yeşil sabunla yıkanır saçlar doğanın önemi var. Özgürdü ağaçlar. En azından onlar ölmüyorlardı o emperyal karmaşada.İşi ,aşı olmalı, kimse kimseye muhtaç bağımlı olmamalı. O üst akılları atarsan dünyadan nefes alırdı ülkeler. Araba, telefon neyin hiç akla glmezdi örneğin. Kırk yaş endişesi hiç konu değil.

    Kapitalizmle arttı söylemler, değişti ekonomik göstergeler daha fazla tüketim daha fazla pazar ol emperyallere , önce kadın baş malzeme. Bedenle ilgili muhabbetler, önce sıfır beden öldü Twigy zayıflıktan hadi biraz etlen dediler o ara. Sonra fitnesler, pilatesler, renk renk toplar, kıyafetler, salonlar, aletler, detokslar, botokslar, jeller, kremler. Boşuna öldü gençler! Hani o korkulan kırklara varmadan. İdeallerinden dolayı öldürülenler. Her yer oldu pazar. Emperyalizm tuzağına düşenler borç gırtlağa kadar. Bedenlerimiz, ilişkilerimiz , satılığa çıktı hatta aşklar. Ağalar, beyler her ürüne tarife var. Luis Vutton çantalar...Güzelliğe güç katan parçalar. 21 günde mutluluk reçeteleri kahkahalarla, evlilik tüyoları, entrikalar, paralı röportajlar. Valla birilerinin yalancısıym bilmem bu konuyu her halükarda pazar marketing derler ya içimize işledi bu ayar. Kanunlar bile değişti arttı tazminatlar. Değişti toplumlar, savaşlar hız kesmiyor gençlik malzemeleri kadar öldürecek silahlar imalatı da doludizgin.

    Sizce huzur buldu mu dünya?

    Ah çiçek çocuklar, bazen hipiler saf saf dünyayı değiştireceğini sanan romantikler..

    Otuzlu, kırklı yaşlarda bile hala dünyayı düşünen biz kalanlar şimdi yetmişlerde dede, nine bizde durur o romantik tohumlar biz hala değişemedik çocuklar sizlerden anıyız bu zamanda bu yaşlarda. Geldik diye korkmadık bu yaşlardan, bedenimizi öne atmadık hala düşünürüz dünyayı nasıl güzel olmalı yeni nesil umut çiçekleri açmalı savaşlar bitmeli, yabancılar bize hükmetmemeli.

    Aynalarla bir düşmanlığımız yok bu doğanın gerçeği. Bizi yıllar değil haksızlıklar, eşitsizlikler korkuttu, korkutuyor.

    Ve hala güzeliz. Kadın her yaşta güzel olabilir.Anne, anne olmadan, öğretmen, kariyerli eğiten seven kendi ve dünya ile barışık nesiller yetiştiren, üreten bireysellikten uzak, ülke, insan, hayvan mutlu olsun hala bu endişelerdeyiz.

    Fidanlar, çiçek çocuklar, Hüseyinler, Denizler, idealist Türkan Saylan gibi kadınlar sizlerin yaşı yok. İnsanlık için, özgürlük için, ülke için yaşamış ve ölenler için ki onlar ölü değildirler hala birer idealdirler. Onlar kırklarına varmadan kırk bin anı bırakanlar..

    Kusura bakmayın genç kadınlar

    Nedir bu endişe?

    Ne güzel yaşlardır bu bir bilseniz!

    Sevgilerle...

    Cahide Yormaz Öz

    16.6.2018

    İlgili linkler:

     

  • Loş Işık Cahide Yormaz Öz yazısı

    Cahide Yormaz ÖzLOŞ IŞIK

    Romantiktir Loş Işık


    Bir masa iki sevgili, aşık ya da değil sevmeye hazır gibi. Kırmızı şarap kadehlerde sıcak hemde, yanarken şömine, çıtır çıtır çam kozalıkları yanıyor ritm tutmuşlar ateşe, haydi bir ormanda bir ev diyelim. Çok uzak birilerinden, kenarda bir divan sarhoşluk ötesi beklemede, bir köpek sesi neden havlar ki kıskanır belki yalnızlığında, bir kadın kahkahası davet eder her umudu, şişe dibine kadar bitmeli belki de yenisi devreye girmeli sabah zor olur bu durumda beklemeli. “Öyle sarhoş olsam ki “ diyor kırkbeşlik plakta Tanju Okan

    Şiir

    Olmaz mı bekle can...

    Bir heyecan

    Dolu dizgin arzular

    Birden bir fırtına bir sel vururken camlara

    Havlayan köpek kaçar kulubesine

    Tanık olmak istemez belki de yaşananlara

    Birden ateş söner, yağmur diner

    Gün ışığı, bitirir aşkı

    Yalnızlık

    Kalabalıklara katılma vakti yine yalnızlığında belki şarabın bir müddet sıcağında dönüş yine umut ya da umutsuzluklara, loş ışık geçicidir. Güneşli günlerde aranır vefa.

    Loş ışıkta uyurum, şarapsız, şöminesizdir odam ve de değildir tarifteki ortam.Bir hayat öylesine mücadele içinde devam..

    Işık yorar beni.

    Bir sarı nokta geldi oturdu gözüme, onu beklermişim gibi.

    "Güneş ışığından sakın" dedi doktor "koyu bir camdan bak hayata". Güneş ve gençlik, yaşlılık ve karanlık ikiz gibi. Oysa gençken de uyuyamazdım aydınlıkta sığınırdım ışıksız odama. Ağlarken görmesinler isterdim belki de. Neden ağlardım onu da bilmeden mutsuzluğa bir yatırımdı bir bilinmeyenden.

    Gençliğin neden nasıl kurulduğu gerçeküstü hayallerden, çözülemeyen bir denklemden, okul yıllarında giyilen o kara önlükten sanki bir şeyler yapışmıştır ruhuna, pembeleri gölgeleyen.

    Kendini tanırken, tanımaya çalışırken; “olur mu böyle olur mu? Kardeş kardeşi vurur mu” sloganlarını duyduğunda kardeşine bakarsın uyurken o senin canındır kardeş vururlur mu diye düşünürken bilmeden ruhuna atılmıştır zehirli oklar, endişeleri bir ömür saklar, tarihi yaşarsın güncelinde. Baba faturalar derdinde, anne tencere kaynatmaya devam eder. Sorgularsın faturalı hayatları, neler fatura edilecektir sana, nasıl ödenecektir bedeller!

    Kalbin çarpar birileri için belki değer değiller, oysa tanımazsın bile kimdirler. Yıllar geçer, Kaç kez soyunur ağaçlar kaç kez yeşili giyinirler sen grilere dönüşürken siyaha doğru yol alırken. Asil ol der anne. Kırmızı sevilmez. Kırmızı kandır, kavgadır. O.....nun dudağında renk olur, sakın ola sakın.

    Hayaller ve Öneriler

    Hayaller pembe , sen yere sağlam bas derlerdi hemde.

    Deprem her yerde toprak sallanıyor, ürün tutmuyor yüreğimi sarsıyor her adımda. Bir adım ötesi mutluluk durağı mıdır diye diye uzun bir yürüyüş de, yorulur duygular bedenle eş, sen yürürken hep sonbahar hep kış. Oturmak istersin yok bir köşe. Yaz gelsin istersin aramalısın bir gölge..

    Giysisiz iken ağaçlar yaşlanır ruh, soyunmaktadır duygulardan. Yaprak yaprak düşer hayaller, umutlar

    Ne bir gölge ne huzurlu bir köşe, yürüyor tanımadığın insanlar , bir defter bir kalem elinde daha yazacakmış gibi bir şeyler hani belki hayal yazılır yeniden şarap, şömine ve sevgili ile el ele bir fotoğraf siyah beyaz ya da renklenen, gözler gördüğünde, kalmalıydı en azından Kadıköy eskicisinde bir sepette

    Mevsimsiz bir zamandı.Yerin adı yok. Deniz göz ucunda, martı kadının tanıdığı mı?

    Simitçi bugün mavi gömlek giymiş işler iyi anlamında.

    Kargalar aynı yine karga, sesleri sevilmez, değil umurlarında.

    Kimileri pedal çeviriyor hayatı döndürüyor ayaklarında.

    Pusette bir bebek anne, baba yanında

    Çok uzaklardan bir ses geliyor” öyle sarhoş olsam ki her şeyi unutsam”

    Bir ninni gibi

    Bir bekleyiş gibi

    İlaç gibi

    Unutmayı bekler gibi

    Bir kadın bulurlar hareketsiz elinde kara camlı bir gözlük

    Görmeden bakıyorken güneşe.

    Yerde bir defter bir kalem yazılmamış her neyse..

    Güneş tüm şefkati ile sarılmış ona “artık ihtiyacın yok karanlığa” der gibi bir sevgili gibi sarılmış kadına.

    Bir dolu insan geçer önünden o yok gibi.

    Ruhlar ve ruhsuzların yürüme yoludur hayat.

    Bir adım ötesi mutluluk

    Bir adım gerisi kuytu bir yalnızlık

    Boşluk

    Hayallerin bittiği

    Loş ışık.

    Bir yerlerde sıcak şarap içiyor birileri birbirlerini sever gibi

    Sever gibi

    Gibi....

    8.5.2017

    Cahide Yormaz Öz

     İlgili Linkler

     

     

  • Niye Bu Kavgalar?

     

    Niye bu kavgalar? Dünya mı dar? Herkese çok yer var. Uçsuz bucaksız okyanuslar, dağlar, ormanlar, vadiler.

    Sürekli yeni keşfedilen gezegenler. Sonsuz evren. Ay, güneş, on iki burç zodyak... Onlar kendi yasalarında, ışık hızı, ses hızı mesafelerinde ahenkle devam ederken en hırçın bu dünya mıdır içindekilerle? Hepimize yer var bu evrende değil mi ki tanrı bizi göndermiş, bilsek bu ayrıcalığımızı, seçilmişliğimizi. Seçsek biz de barışı, sevgiyi. Bu evrenin anlamını test etmesek kavgalarla, savaşlarla. Petrol biterse güneş var ya! Bitmez enerji. Hepimiz büyük bir enerjinin parçaları değil miyiz? Bu büyük sonsuz enerjiyi niye kötüye kullanıyoruz? Tanrının sınavındadır insanlık. Bir ruh üflenmişse bize ve bir akıl verilmişse hediye bu hediyeyi sevgi ile açmalıyız. Neden hoyrat bir yoketme? Ya da verileni beğenmeme.

    Çöle vermiş bir kısmımızı. Suyun değerini bilelim diye. Buzlar ülkesinde aranan güneş, şanslı demişiz arada olana. Payımıza bu düşmüş aranacak bir bilgi var. Her gönderlenin bir değeri bir görevi var. Paylaşmaktır insanı insan yapan.

    Sıcakla soğuğu, yağmurla çölü, siyahla beyazı, var ile yoku, kuşun kanadında uçmayı, karınca misali yetinmeyi, yumurtayı, bal yapmayı nasıl vermişse tanrı onlara, aklını kullan demiş insana.

    Çöle yağmur yağdıralım hep birlikte.Yağmur ormanlarında arayalım güneşi, ısınmayı, üşümeyi paylaşalım kardeşçe. Yok etmeyelim börtü böceği, öldürmeyelim hiçbir canlıyı. Savaşlara harcadığımız emek ve parayı bölüşebilseydik eğer vadedilen cennet olmaz mıydı dünya?

    Gidilecek onca yer, tanınacak onca insan, onca doğanın renkleri, bunları, birbirini tanımadan, sevgiyi yaşatmadan bu dünyayı cennet yapmak varken, öldürmek niye...

    İnsanlar ölünce kim kazançlı çıkacak, daha mı çok yeşerecek ağaç daha mı mutlu olacak birileri?

    Sevgi, barış, bölüşmek insanlığın temeli ve en kolayı. Evrenin oluşumu uzun bir süre, bir bilinmez sonsuzlukta, insan ömrü, hatta tüm canlıların ömrü ne kadar bir düşünsek hele. Bir asır bile değil insan ömrü. Bir örümceğin bittiğinde ördüğü kafesi. Bu hepsi.

    Niye bu kavga? Kişisel hırslar, küçük hesaplar tarih dolu değil midir bir dolu örnekte? Kim kazanmıştır? İnsanlara kin, öfke, öç alma acı anılardan başka ne yazılmıştır tarihe? Savaş kaybettirir barış kazandırır. Savaşlar, sınırlar yakışmıyor yok edici bu manzara insana. Kimse büyük değil. Bir nokta bile değiliz bu evrende.

    Ahh ütopya, sana sığınırım her kavganın ardından.

    Tüm ülkeler bir olmuş, ahalisi bir aile. Gelinip gidiliyor sınır yok öylesine. Aile fertleri birbirlerini tanımak için sevgi seferleri düzenliyorlar. Dev ekranlarda birbirleri ile buluşma mesajları gönderiyorlar. Çiçeklerle karşılama. Aloha..

    Sevgi yarışı var. Seviler yarışıyor, terör, savaş, yoksulluk, öfke, kin unutulmuş bu kelimeler. Çocuklar kutsuyor bu dünyaya gelişlerini. Ne beden ne ruh tanıyor acı deneni. En barışçılar ipi göğüslüyorlar sevgi ile tutuyorlar hedefi.

    Mutluluk, huzur, bereket

    Müzik, resim, dans ne güzel hareket

    Alkış, alkış, alkışlar

    Sevgi ile geçiyor kışlar ve yıllar

    Yılmak yok, reel olmalı bu ütopya...

    Hayal hayal bu ya

    Gerçek olmalı

    Olmalıdır bu rüya

    Nasıl yaşanır bunca yıkım hayaller kurulmazsa...

    Sevgi ile barış ile....

    Cahide Yormaz Öz

    28.11.2015 miş...

     

     

  • Tesadüf Perileri Cahide Yormaz Öz

    Tesadüf Perileri Cahide Yormaz ÖzCahide Yormaz Öz Yeni RomanıTesadüf Perileri

    Cahide Yormaz Öz'ün 6.ncı kitabı yayınlandı. Yeni bir imza gününde yine birarada olmaktan mutluydum.

    Tesadüf Perileri hayatın içinden bakmamızı sağlayan güzel bir roman.  Çok güzel bir kurgu, iyi örülmüş ilişkiler ve farkında olmadan işleyen bir sistem var romanda.


    Yaşanmışlıklar, yaşanmamışlıklar, sürpizler, değişim süreçleri ve bu süreçte ortaya çıkan metamorfoz diyebileceğimiz durumlar var, bu romanda. Hayatı yaşarken ve kendi kişisel tarihimizi yaratırken, hemen herkesin içinden geçtiği süreçler. Kitabı elime aldığımda bırakamadım ve iki gün içinde bitirdim. Şimdi ise bu yazıyı yazıyorum. Yazar gözü ile Zihinsel Detoks

    Kitapları

    Daha önce yazdığı Masalmış Yaşam, Kimsesiz Hayaller, Şiirselim Öylesine, Ben mi Çağırdım Yalnızlığı,Hayatın Renkleri ve Annesinin anısına yazdığı ve  Fenerbahçe Gönüllülerine bağışlanan kitabı Annemin Yemekleri kitapları ile verimli ve üretken bir yazar olduğunu kanıtlayan Cahide Yormaz Öz, yeni kitabı olan Tesadüf Perilerinde yeni bir tarz deniyor ve yazıyor. Okumanızı Tavsiye ederim.

    NLP Sohbetleri

    Yazar ile karşılaşmamız dört beş sene öncesine raslar. Fenerbahçe Gönüllüleri toplantısına o dönem Başkan Olan Sevinç Özyurt Çolak'ın daveti ile NLP Sohbetleri toplantısına katılan yazar ile ilk karşılaşmamız. Yollar Nerede Kesişir bilinmez şarkısında olduğu gibi ilk karşılaşma.  Annesini ve kardeşini kısa bir zaman önce kaybetmiş, yorgun ve hüzünlu. Oldukça güzel geçen bir toplantı sonunda gelecek ay yapılacak toplantıya bir masal yazıp getirmelerini istemiştim katılımcılardan.

    Yazılan Masal

    Cahide Yormaz Öz siyh ve beyaz ile anlatılan bir masal yazmıştı. Soyut ve güzel bir masaldı. Masal yazılmasının nedeni masalda anlatılanlarla yaşanan hayat arasında bağlantı kurmak istememden kaynaklanıyordu.  Masalları yorumlayacaktım. Şöyle bir cümle de kullanmıştım. "Yazdıklarınız aleyhinize bir delil olarak kullanılabilir."  Herkes kendi masalını kendisi okuyacaktı, katılımcılar önünde.

     Cahide Yormaz Öz'de masalını okudu. Diğer masalları yorumlarken bu masal için ağzımdan 'Siz yazabilirsiniz' cümlesi .çıkmıştı. Bir sonraki yılın Nisan ayında Cahide Yormaz Öz ilk kitabını elinde tutuyordu. Masalmış Yaşam.  Böylece yazarlık serüveni başlamıştı.  O arada bir hikaye Haso\'nun Düşü \"Ödüllü Hikaye\"yarışmasında ödül almış, aynı zamanda ebru yapmaya başlamıştı. Zalha Bu gün ise altı kitabı var. Kaynaklarını kullanmaya başladığında kişinin hayal ettiğinden fazlasına ulaşabildiğini gösteren bir sonuç, kendi yaptıkları. Türk Kadınının nelen yapacabileceğine dair bir örnek. Kimsesiz Hayaller Cahide Yormaz Öz Kitabı

    Kendisini tebrik ediyor ve nice yeni kitaplara diyoruz. Kitaplarını okuduğunuzda hem hayal gücünü ve hem de kendisini daha iyi tanıyacaksınız. Yaptıkları ve yazdıklarıyla kendi varoluşunu kendi kararları ile yaratan Cahide Yormaz'Öz'u Google'da ararsanız yüzlerce linke ulaşabilirsiniz.  Tarihe önemli  kayıt bıraktı, bırakıyor ve bırakmaya devam edecek  diye düşünüyor ve benim de küçük bir katkım olduğu için seviniyorum. Siz de kaynaklarınızı kullanmak isterseniz, çıkan ayın son çarşambasında Fenerbahçe Gönüllülerindeki toplantıya veya Zihinsel Detoks programımıza katılabilirsiniz.

    Sevgiler,

    Cengiz Eren

    NLP Uzmanı ve Eğitmeni

    http://www.erenlp.com

    Not:  Bu sitede yayınlanan yazılarını kitaplarından veya  KonuK Yazarlar bağlantısından okuyabilirsiniz.

     

  • Yazar gözü ile Zihinsel Detoks

    Cahide Yormaz ÖzFenerbahçe Gönüllüsü Cahide Yormaz Öz ve Başkan Ferah Diker'in paylaştığı iki yazı. Değişimi çok güzel özetliyor. Zihinsel Detoks programı ile kaynaklarını kullanmaya başlayan kişiler için iki güzel örnek. Kendilerine ben de kaynaklarını kullanmaya başladıkları için teşekkür ediyorum.


     

    "Bu yazıyı okuduktan sonra Gönüllü olarak ,Fenerbahçe Gönüllü evinde çalışmaktan ,başkan olmaktan bir kez daha onur duydum,mutlu oldum.Cahide'cim...Güzelliklere vesile olduğumuz için..."

    Gönüllüevimize davet ettiğimiz uzmanlarımızdan,özellikle içimizden biri olan NLP Uzmanımız Cengiz Eren'in keyifli,neşeli,bizleri düşündürmeye sevk eden, verimli geçen sohbetleri neticesinde insanların varolan kaynaklarının açığa çıkarıp senin yaptıgın gibi güzel meyveler vermesi, ve bunlara şahit olmak muhteşem bir duygu.....kitaplarınla,köşe yazarlığınla....seni epeydir tanıyan bir arkadasın olarak,sende ki muhtesem değisikliği görebiliyorum.Cengiz Bey'in bir "NLP Sohbetleri"nde yine, tuval ,fırca getirip,resim yapmamızı istemişti...Hatırlar mısın ? Sen, oraya kösesinde uyuyan minicik ,bir kedi yapmıştın.Şimdi ebru ile harikalar yaratıyorsun..Seni Canı gönülden kutluyorum can arkadasim...Böyle açılımların hepimizde olması dileğiyle...Tekrar teşekkürler Cengiz Bey....

    Ferah Diker
    Fenerbahçe Gönülü Evi Başkanı

    ---------------

    Cahide Yormaz Öz
    22 Şubat, 19:42 · İstanbul ·

    NLP İLE HAYATINIZI YÖNETİN
    CENGİZ EREN 'DEN ALDIĞIMIZ BİLGİLER

    Sık sık Cengiz Eren'in yazılarını paylaşıyorum. Bu konuda özellikle Ankara'dan bazı arkadaşlarım bana konu ile ilgili sorular soruyorlar. Tabii merakları bendeki değişiklikten kaynaklanıyor. Bende dilim döndüğünce anlatmaya çalışıyorum. Bu arada kendi kendimi sınava sokuyorum. Bakalım Cengiz Eren aferin diyecek mi? .smile ifade simgesi

    Cengiz Eren'in yazıları, kitapları, hayata dair her şey, çocuklukta yaşadığımız travmalar, korkularımız, kararlarımız, ya da kararsızlıklarımız, kullanamadığımız kaynaklarımız, yaşam kalitemizde ki sorunlar,farkındalık, değişim gibi konular, yaşadıklarımız ve geçmişimizle olan bağlantılar, hep hayatımızın içindeki konular bu içerikte sorgulanıyor sorgulanmadan.

    "İçerik SİZİ düşünmek" kitabının da yazarı olan duayen Cengiz Eren kelime oyunları ile de bize bir şeyler anlatıyor.

    "içerik/ s i z i" düşünüyor siz önemlisiniz anlamında ya da içeriği olmayan belki de gereği olmayanı çıkarıp pratikte sade düşünmek gibi de olabilir. Aynı zamanda Türkçe'nin her yöne çekilebilecek lastik gibi çekilebilecek esnek dokusu ile de ironik bir biçimde bir anlatıyı da bize hem eğlendirerek hem düşündürerek veriyor.

    Türkiye de ilk defa kendisinin kullandığı bu NLP teknik metodu nu bizim çözmemiz biraz zor çünkü bu ayrı ve uzun bir çalışma sürecinde elde edilmiş bir kazanım.Biz bizlerdeki sonuçları görebiliyoruz.

    Benim çıkardığım sonuç; öneri verilmiyor, yönlendirme yapılmıyor,Sorduğu sorularla bağlantı bizlerin hiç düşünemediği bir şekilde bağlantı kuruluyor ve travmayı şaşırarak görebiliyoruz.Hiç önemsemediğimiz bir olayın bizi nasıl fark etmeden korkulara, çekincelere sevk ettiğini bazı olaylarla bizde çözmeğe başlıyabiliyoruz.
    Önümüze bir tablo konuyor. Bu tabloyu ya beğenip duvara asıyoruz o tabloyu bir anı olarak kabulleniyoruz ya duvarda bir yer arıyoruz ya da bir kenarda bekletiyoruz.

    KARAR BİZİM
    YA DA
    KARAR SİZİN OLUYOR

    Bu teknik ve uygulayıcı ile yollarınız kesiştiğinde artık eşinize veya mesela kayınvalidenize" yetmez ama evet smile ifade simgesi yerine güçlü bir sesle HAYIR diyebiliyorsunuz.

    Korkmadan uçuyorsunuz,

    Yasınızı, kedere, karanlığa, umutsuzluğa dayanmadan yaşıyorsunuz,

    Beş duyunuzun sistemini algılıyor düşünüyorsunuz.,

    Kitap yazabiliyorsunuz, tenise bile başlayabiliyorsunuz ya da bir girişimci olabiliyorsunuz.,

    Başkalarına faydalı olabilmek güzel bir duygudur. Bilginin her içerikte paylaşılması ve yardımcı olabilmek insanı zenginleştiren bir olgudur.

    Her bireyin ihtiyacı olanlara yardımcı olması o birey için büyük bir mutluluk olmalı.

    Cengiz Eren seminerlerle kitapları ile bunu yaptığı gibi bendeki değişime neden olan bir cümlesi ile de katkı yapabilmiştir. Bu herhangi bir cümle değildir tabiiki. Bir birikimin, sezginin ve tecrübenin sonucudur.
    Nicelerine yeni ufuklar açmaya devam etmesini dilerim.

    Yaşamak güzel şey be kardeşim diyen büyük ozan gibi güzel yaşamak, paylaşmak da çok güzel.
    Şanslısınız gençler . Bizim zamanımızda yoktu ne NLP' ler nede öğretiler.

    Hayatımıza sihirli bir değnek değmişcesine bizde bende olumlu değişimlere neden olan Cengiz Eren'e saygı, selam ve sevgilerle.. 22.2.2016.

     

TOP