cah

 

  • AYSEL Yazan Cahide Yormaz Öz

    AYSEL
    Fincancı katırları çın çın, nal seslerinde hırçın. Leylim leylim lal oldu dilim. Laleli
    semtinde minik bir evim. Haskovo’dan gelmiş ceddim. Gül kokarmış eski yerim. Laleli
    çekmiş gülün kokusunu derim.

    Yerleşilmiş yurt edinilmiş gurbetim. Ana, baba, teyze, kardeşler. Hısım akraba
    çevrede. Teyzenin çeyizleri kalmış sandıkta. Alman kurt havlamada. Ona da yapılmış bir
    koliba. Gel zaman git zaman kardeşler okumada. Siz okuyacaksınız köftecilik yapmak yok
    size. Çok kokar soğan sarımsak. Öldüğümüzde yaparsınız helvayı. Ateşler sarmadan bacayı
    bitsin demiş mektepler. Baba ne derse o olur. Böyle biline.

    Kız kardeş avukat olur. Bulur erkenden bir Boşnak. Yedi sene yeşil mürekkepli
    mektuplar saklanır evde, abla sırrına ortak. Yoktur onun sevgilisi ne yapsak.
    Onun da sırrı vardır bilmezler. Yerli arabanın bile ayrıcalık olduğu seneler. Genç bir
    adam otuz yaşlarında Aysel otuz üzeri. Bu hep böyle Aysel’in kaderi. O yaşta daha yeni
    öpüşmüştü Aysel, şaşmıştı genç adam, çekti ilgisini onun flört gibi bir oyun. Soğuktu
    Bulgarya, geçmişti ülkesinden bünyesine o hava. Her neyse daha özgürlük edebiyatı herkesin
    haddi değildi. Bir yerlerde yemek yendi. Sonra genç adam “hadi bize gidelim” dedi. “Niye?”
    dedi Aysel, şaşkınca baktı adama. Sadece uyuyalım dedi ona. Ne diyordu bu adam. Onu
    beğeniyorum ama bu kadar hatta âşık oluyorum sanırım ama ilerisi yok. Bulutlar çok. “Beni
    evime bırak” dedi Aysel ona. Çevirdi rotayı adam kızgınca tartışma büyümüş çirkinleşmişti
    hatta konuşma “Sen hastasın kızım hala bir cinsellik yaşamaman anormal bunu bil ha. “Ben
    hasta değilim üstelik tıp okuyorum, önce seni iyileştirmem gerek. Seks manyağı mısın
    yoksa?” “Ben hasta değilim iradeliyim hormonlarım kontrollüdür hemen durdur arabayı
    ineceğim” dedi. Zınk diye durdu o da. Oysa akşam karanlığında sokakta kalmayı sevmez hatta
    ürperirdi. İstanbul şehrinde taksiye bile binmek zordu bu vakit caddeden binen bir kız. O
    zamanlar herkese hesap verilir. Aile, komşu, bakkal hatta sokaktaki adama. Hiç tanımadığın
    biri “yavrum nereden..” diye sorabilirdi. Arabadan indiğinde bir bozacı geçiyordu oradan.
    Ona güvendi birden. Arabanın birden durması gibi kız da durdurdu sevmeyi, âşık olmayı
    garip bir biçimde. Oysa yürekte başlamalıydı aşk sonra beyinde en son tende. Duygular
    buluşmalıydı önce. Bozacının gölgesi ona güvence.

    Kontrol mekanizmasını kullanmak niye hastalık olsundu. Önce güven doğmalıydı.
    Üstelik çok sağlıklı idi. Kadındı ve sevmeye açıktı. Hayatında en önemli şey sanat ve dünyayı
    tanımak. Onun içinde okumak vardı. Dünyada aşk da vardı ama acılar da vardı. Üretmek,
    yardım etmek esastı. Tıp tahsili bitti. Almanya’da kaldı. Kaç yıl geçti hayatında sadece aşk
    yoktu.

    Haskovo’dan gelen aile artık tanınmıştı. Kök salmaya başlamıştı. Baba GURBET
    köftecisi oldu. Kaşarlı köftelerini tel tel irmik helvasını çok sevdiler. Ünlendi. Yedirdiler,
    içirdiler, tutundular yerlerine. Meslek edindi gençler. Sarı kırmızı takımda ünlendi hatta
    sarıkafa oğlan. Sonra ters göçe Almanya’ya savruldu. Alman kadınlar bir- iki derken her biri
    bir yöne dağıldılar. Büyükler sonsuza göç etmeden baba, kızı evlensin istiyordu. Teyzenin
    çeyiz sandığı kızlara açıldı.

    Doktorluk kutsal meslekti. İyi bir çocuk doktoru oldu Aysel. Haftanın iki gününü
    yoksul mahallenin çocuklarına ayırdı. Tabii tüm kadınlar sadece o günler muayenehaneye
    gittiler. Çok kazanamadı. Olsun manevi kazanç önemliydi. Sonra yoruldu emekli etti
    kendisini. Tam artık yorgunum derken kısmet çıktı bir yerden! Armudun sapı, üzümün çöpü,
    uyuyalım diyen öcü derken tek başına kalmaktan korkmuştu… Getirdikleri efendi adamdı
    görünüşte yoldaş olsun son tahlilde. Duvaksız gelinlik giydi. Utanmıştı bu yaşta gelin mi
    olunur! Baba üzülmüştü, onun hatırına etekleri tüylü bir elbisemsi gelinlik giydi. Kimseyi
    kırmak istemezdi kızı, ama bir anda da yorgan yakan deliydi hemde yani tanırdı kızını.
    Yanmasındı yorgan varsın duvaksız olsundu gelinlik dedi baba. Ne çok istemişti okul bitince
    evlensin kızı vakitlice. Öteki okulu bitirmeden gitti Boşnağın peşine. Neyse damat söz verdi
    bitirtecekti okulu. Ama Aysel’de yoktu ya niyet ya cesaret.

    Kısmet geldi ama ne kısmet adı Hikmet.
    Beyoğlu Evlendirme dairesinde kıyıldı nikah. Emirgan çay bahçesine gidildi.
    Tebrikler dediler kuru kuru, içtiler ıslak çayı herkes evine. Aysel bir yabancı ile yeni hayatına
    gittiler.

    Aracılı evliliklerdeki izdüşümsüz gündelikler. Çarşı Pazar, kadına ikide bir ayar nasıl
    pişsin enginar. Etli mi olacak zeytinyağlı mı kabak. Mesele bu ya Hamlet, tabii sabret Aysel
    sabret.

    Resim de yapıyordu Aysel suluboya pastel, karakalem enteresan. Koca almış ona lütuf
    fonundan bir dolu boya, güzel güzel yaparken kırmızıya boyanır mı papatya?
    Devam etti bir süre. Koca bey rahatsız oldu boyadan. İkinci el bir araba aldılar
    düştüler yollara.

    Dubrovnik’de lastik patladı. Tamir vakit aldı. Bindiler gemiye, elinde yelpaze,
    uyudular sabaha kadar. Yağmurla karşıladı onları Ancona.

    Aysel iç geçirdi ah dönebilsem anama. Ne vardı bu vakitten sonra varacak bir adama.
    Biraz pişmanlık, biraz isyan, biraz kabullenme derken anlamadı nasıl geçti seneler.
    Üretmeden tüketmek, tükenmek… Birlikte ne bir paylaşım ne bir yerleşim ne sarılacak
    ibrişim. Tuval ve boyalar atıldı. İkinci el araba satıldı. Çoktan yemek içmeye dalmıştı her an.
    Canım deniz kenarında çay içmek istiyor diyordu. Çok sevmiyordu sokağı koca.
    Köfteci babadan kalan miras dursun da bankada biraz. Tatlı niyetine kiraz.
    Herkesin bir planı var. Plansız olur muydu Hikmet!

    Aysel artık günleri şaşırıyordu. Unutuyordu bir şeyleri. Huylandı adam. “Hadi sokağa
    çıkalım” dedi karısına. Garibim çok sevindi o ara. “Önce bankaya uğrayalım, sen hesap
    müşterek olacak” diyeceksin diye ezberletti ona cümleyi. Sevindi Aysel ezberi doğru etti
    hemen. Atıldı imzalar ne var ne yok geçirdi üzerine Hikmet o meblağı, berkemaldi saadet.
    Ne yediğini de unuttu Aysel. Kocası tüm malını almış bir yakınına devretmiş.
    Alzheimerli Aysel ne yapacaktı parayı? Öldü ayında adam. Aysel ve Alzheimer kaldılar baş
    başa. Adamın eve almadığı Aysel’in yeğeni yetişti imdadına.
    “BOZA İSTEDİ CANIM” dedi Aysel.

    Ne koca
    Ne bozacı duymadı Aysel’i
    Biraz umut biter bu yeknesaklık dedi içinden Aysel.
    Hatırladı nasılsa bir anıyı. Arada bir sayfa açılıyordu eskilerden de yeniler gelmiyordu önüne.
    Yabancı bir ülkenin minik bir sahil kasabasına gitmişlerdi. Arabanın silecekleri yetişemiyordu
    yağmurun hızına. Ve o hala alışamamıştı kocasına. Onu sanki yeni tanıyormuşçasına
    yağmurun hüznünde ilk rastladıkları otele girdiler. Ev gibi bir otel, aslında ne ev ne otel.
    Karataş eski bir banyo sanki dedelerden miras kalmış boş bir eve bakmaya gidilmiş. Yok dedi
    Aysel ben burada ölürüm. Bu ne kasvet kapalı bir kutu ne otel ne ev başka bir yer. Peki dedi
    nasılsa koca yağmur dinsin bakarız etrafa belki yakında vardır bir yer. Açmadılar bavulları
    koltuklara oturdular. Birden koridorlarda bir telaş çıktılar odadan yaşlı bir çifti alıyorlardı
    sedyelere onlar da bir gün önce giriş yapmışlar ölmüşlerdi gecesinde.

    Korkardı ölümden Aysel doktor olsa da. Odaya girdiler valizlerini alıp merdivenlerden
    koşarak aslında kaçarak çıktılar o yerden. Arabalarına bindiklerinde sırılsıklamdılar.
    Gidiyorlardı öylesine.
    Ölmeden çıkmışlardı.
    İstikamet neşeli yerlere mi?
    Vara yoğa ya bağırıyor ya gülüyordu artık. Ne Hikmet vardı ne bir başkası.
    Albümdeki gösterilenler hep yabancı.
    Hep canım boza istiyor diyordu.

    Getirmişti yeğeni, “bu ne?” demişti bir daha da almadılar. Alzheimer ona bozayı
    hatırlamasına izin vermişti sanki. Ama tadını da unutmuştu.
    “Ben seneler önce bir arabadan inmiştim bir akşam vakti bozacıyı gördüm boza alacaktım
    ama niye hiç boza alamıyorum?

    Gecem, gündüzüm sen misin? Bana yoldaş hüzün, aklımda hep yaşlar dolusu gözüm, bir
    hoyrat rüzgâr ne yaz ne kış ne düşen yapraklarda kaldı iz yol bitmez bu güzün. Ayrılık vakti
    diyordu bir ses, benim miydi? Senin miydi? Belirsiz. Kar beyaz oldu her yer, gizlendi anılar,
    yol bitti, geçti rüzgâr ne karşılayan ne uğurlayan. Alzheimer mı Hikmet mi öldürdü beynini,
    belli olmadı.

    Beyaz boş bir sayfa açtı sanki ona. Hadi dedi istersen anıları karala.
    Bir öykü kitaplara sığmayan. Kalemi yazmayan, okuyanı olmayan, sayfalar dolusu boş
    bir defter. Hiçbir şey anlatamayan hatırlayamayan.
    “Canım boza istiyor” dedi yeniden...

    Ah Aysel

    İllüzyon bu hayat.....

    Cahide Yormaz Öz

     

TOP