ankara

 

  • ANKARA’ NIN SOĞUĞUNDA BÜYÜDÜK BİZ

    ANKARA’ NIN SOĞUĞUNDA BÜYÜDÜK BİZ
    Çok eskilere gittim bugün. Çocukluğumuzda ki enerjiye gereksinimimiz var sanırım. Eskilerden bize ne diyebilirsiniz. Tabii size ne !

    Ama belki o eski Ankara soğuklarını sizlerle birlikte yaşadık ne biliyorsunuz! Belki aynı okullarda okuduk, belki aynı sokaklarda dolaştık. Beyaz salkım akasya ağaçlı Kızılay caddelerinde , Dikmen sırtlarında salaş yerlerde çay içtik aynı saatlerde, aynı otobüslere bindik mesela boynuzlu derdik hani telleri raylara asılı troleybüsler, ha bire çıkardı teller hatlardan da şöför iner bir manivela ile onları hatlarına oturtur bizde beklerdik. Aynı soğuklarda donduk. Ankara’nın soğuğunda. Ellerinizin kapı kollarına yapıştığı, camların yarısına kadar buz kaplandığı yarısının buharında yazılar yazdığımız camları. Belki aynı şeyleri yazdık camlara. Kardan adamlar yaptık bahçelerde, merdivenden kızaklarda kaydık, kürenmemiş karlarda boyumuzu ölçtük. Hatta temiz kirlenmemiş karları pekmeze bandık. Ne güzeldi kar helvası.Aynı ajansları dinledik heyecanla. Televizyon yoktu ki. Nezahat Bayram’ı dinlerdik” mektebin bacaları ders verir hocaları” Nurattin Sarısözen ve arkadaşları. Arkası yarın mikrofonda tiyatro. Efektlerde canlanır sahne. Ankara’nın soğuğu, hikayedeki ormanın soğuğu ile aynıdır. Perili köşkde uğuldar rüzgar. Uğultulu tepeler romanını yazarsın sende. 1001 gece masallarını anlatır güzel bir ses. Polis radyosunda aranır kayıplar. Bulunmuş paralar sahibini arardı. Kirlenmemişti insanlar.

    Aile Rumeliden Anadoluya Rumeli gibi yeşildir diye Bursaya yerleşir, sonra yağ ticaretine karar verir Ayvalıkda. İşler iyi giderken ilk darbe alınır ortakdan bütün paraya el koyar ortak. Bugün yabancı bir şirkete satılmıştır firma o günlerden kalanla. İsim lazım değil ahiret defterine kaydetmiştir dede.

    Sonra ver elini Ankara. Arsalar ucuzda dede de ileri görüş değil fazla.Buraya domuz bağlasan durmaz demiş. Ne çorak yer! Almaz toprak iş kurar Ankarada bir de burada yağcılık denenir.Bugünkü yağcılara ! benzemez dede. Mücadele devam eder. Yağ has olmalıdır. Sade yağ boncuk boncuktur.

    Kaçıncı evleridir bilmem, Samanpazarında müstakil bir evde katılmışım aileye. Doğduğum semt samanpazarı. Sonraları gittiğimde çıkrıkçılar yokuşu özel dokusu ile tanıdım.

    Ahşap bir ev, tahta parmaklıklı balkonu, merdiven başında bir düzenekle sokak kapısının açıldığı hatırladığım karelerdendir. Hep bizim pencerelere bakan değneklerle yürüyen sakallı iblis gibi korktuğum topal Şükrü kimdir onu hatırlarım. Neden korkmuşum ondan. Sonraları anlatırdı gülerdi büyükler onu camdan görünce kendimi nasıl içeri attığımı garibanın biriymiş oysa ara sıra yemek verirmiş bizimkiler. Belki de yemek verilecek mi diye bekliyordu. Tabii bodrumdaki odunluktan da ürkerdim. Örümcekli miydi kapısı ne ! Niye ürküten kareler kalır çocuklarda? Evin kedisi pamuk tavuskuşu amblemli pirinç karyolanın bembeyaz dantelli yatak örtüsünün ajurlarından bakardı hep. O neden korkardı acaba? Hiç onunla yakınlığım olmamış kedilere hiç dokunamam ben. Şimdilerde seviyorum onları. Dokunmasız.

    He tarafı esermiş evin. Anacık anlatırdı. Yün yorganlar tepeleme renk renk...yok bunları o evde hatırlamam. Sonra apartman yaptırmış aile. Bu ahşap evde çok yorulmuş anne. Ev çarşı içinde ama bahçesizmiş. Ankara soğuğunda soba etrafında geceleri buz tutan çamaşırlar soba yandığında erirlermiş ufaktan. Kömür ütüsü ile ütü.” Hey yanasıca ev” demiş bir gün canına yettiğinde..Biz çıktıktan sonra yanmış gerçekten. Isınmış tahtalar onca kardan kıştan sonra. Topal Şükrü seyretti mi acaba yangını yaşıyormuydu kimbilir.

    Demirlibahçe semti. Beş katlı on daireli apartmana gelişimizi hatırlamıyorum. İnşaat halinde iken o zamanlar çok sevdiğim amca ile fotoğraf var. Amca öldüğünde küsmüştük birbirimize daha doğrusu ben ona küstüm. Heyhat. Sonra mahallede iki üç apartman daha yapıldı. Diğerleri bahçeli küçük evlerdi.Gönül sokakda bizi zengin yağcılar diye etiketlediler. Frigidaire marka buzdolabı, ile telefonumuz vardı. Sokağın santralı olduk epey bir zaman. Biz zengin filan değildik ya da fakir de değildik. Çatıda tenekelerce yağlarımız vardı ama bir o kadar ailede endişe de vardı. İflas etmek aile erkeklerinde gelenekseldi..

    Kiracılar doğru dürüst kira vermezlerdi. Bu evde sobalı idi ne var ki iki adet sobamız vardı. Yani anacık iki soba ile uğraşırdı. Ha ahşap ha beton Ankara ayazı evlere torpil yapmazdı. Burada da çok üşürdük. Sobaların külleri buzlara dökülürdü o işe faydaları vardı.Hücara dediğimiz bir boşlukta sadece yorganlar dururdu. Bazen pamuğun ajurların arkasına saklanması gibi ben de yorganların içine saklanırdım. Isıtırdı yorganlar. Ortalıkda yoksam babaanne "hücaraya bakın" derdi. Pamuk gibi bakardım onlara.

    Okullar, okullu olmak. Demirlibahçeden  Dikimevi’ne çok yol var. Servis mi var? Dikimevi cumhuriyetin bir proje evi. Her şeyi düşünmüş Atam. Askere dikilir giysiler.Her köşede bir anlam. Sabah siyah ya da gri önlüklerle (daha ucuz olan) andımızı okuyoruz. Sadece önlüklerimiz var. Yaz kış fark etmez disiplin önemli öyle rengarenk hırkalarla andımız okunmaz. Ama andımızı okurken üşümüyoruz. Önlüklerimizin rengi bizi ayırmıyor. Ne boşnak olduğumu hatırlıyorum, ne de kim kimdir bilmiyoruz. Hepimiz kardeşiz. Kimimiz simit kimimiz kuru halka yiyoruz. Değiş tokuş yapıyoruz. Soba yanıyor sınıfta öğretmen de ara sıra sobayı kontrol ediyor. Soğuk Ankarada dolaşırken biz sobalı sınıfımızda sıcacık mutluyuz. Simitlerimizi tozlu sobanın üstünde ısıtıyoruz. Orta okulda din dersi isteğe bağlı ve okul evden çok uzak. Gün ışımadan yola çıkıyorum. Anacık sarıp sarmalamış sadece soğuktan korunmak gerek. Yollarda çocuğum tecavüze uğrar mı korkusu yok. Güven duygusu ne güzelmiş. Ne ki uykulu uykulu iyi ezberlenmemişse sure, hocanın ince sopası iniverir tepene. Olsun öğretmenin vurduğu yerde gül biter. Kinlenmeyiz.!

    Ayakta kısa soket çoraplar. Her yer kar buz. Kız lisesi yokuş ayaklar dizlere kadar mosmor. Ne soğuktun sen Ankara. Okul bahçesinde kartopu yün eldivenler vıcık vıcık sobaya tuttunmu elleri yakar ateş buz gibi olmuş elleri.Buz da yakar ateş gibi.İki örgü saçların buzdan iplere döner. Hey gidi günler hey. Şimdi biraz kar yağdımı servisler iptal. Değişim iyi ya da kötü göreceli, bence.

    Apartman arkası tepeydi oralara tırmanırdık. Annem uzun saçlarıma kırmızı kurdelalar bağlardı.Balkondan onlarla takip ederdi beni. Mor menekşeler vardı baharda. Artık yoklar. O güzel kokulu mor çiçekler. Şimdi hercai oldular. Adam suratlı oldular. Öfkeli yüzlerde kokusuz bakıyorlar. Mor menekşelerde kaldı çocukluğumuz.

    Sarı musluklu, siyah mozaik taşlı apartman daireleri. Banyoda odunlu termisfon, kurna yeşil sabun. Pazar günleri banyo yok öyle her gün duş. Gece titreyerek tuvalete gitmek sabahları saati kurup yorgan altında ders çalışmak. Misafirlerden vakit kalmaz ortam bulunmaz. Çocuklar susar, gülmez, lafa karışmaz.

    Çalışacaksan sabah çalış hem aklında daha iyi kalır derler.. Büyükler her şeyi bilirler tabii. Bir gün bodrumda oturanların evine lağim suları dolar. Kirayı vermezler, merdiven kullanmaz camdan girer çıkarlar pencere kapalı ise camı kırar girerler. Derbeder bir aile. Dede temele domuz koymuşuz der ama onları yine de çıkartmaz. Köyden gelmiş bir yakınları bir de rüya görmüştür. Herkese onu anlatır. Apartmanın olduğu yer 1402 Ankara savaşının olduğu yerdir. Doğru mu ne kadının rüyası. O ne bilsin Ankara savaşını. Asker gelmiştir rüyasına soyadımızı vermiş asker onlar üzerimize sı.....r, bizi b...k içinde bıraktılar diye bilgi vermiş. İşkillenir bizimkiler araştırılar sahiden savaş alanı yerlerdir. Timurlenk (Aksak Timur) Beyazıt’ı da burada kafeslemiştir.

    Etkilenir bu söylemden aile yine iflas ederler sonrasında. Kardeşler tek tek terk ederler binayı.
    O civarda yapılan bütün apartmanların sahipleri kısa bir süre sonra ölür. Bizim dede de göç eder bu dünyadan. Buraya yeni taşındığımızda ne tuhaftır ki balkonda birikmiş karton gazete kağıtlarını kardeşimle yakmışız korkup bakakalmışız dede de eve gelirmiş o sıra bunu işaret saymış bu ev bize yaramayacak demiş. Yaramamış da.

    Tesadüftür belki her şey. Yorumlar muhtelif ama Ankara’nın soğuğu gerçekti.
    Uzun kışlarda çok üşüdük.

    Üşürdü bedenimiz ama sıcacıktı yüreklerimiz.

    Çaydanlığın mavisi çay için kırmızısı ıhlamur için. Gece sıcak sıcak için derdi büyükler. Bütün gece soba üstünde kaynardı. O zaman şimdiki gibi beş dakika tut iç olmazdı kırmızı olacaktı ihlamur kokusu bütün evi saracaktı. Bozacımız da vardı tabii bize sorumluluk yükleyen. Bu soğukta gariban ekmek peşinde derlerdi çağrılırdı bozacı bıyıklar buz tutmuş bozacı donmuş takkesi ile kurt adam olmuş derdik biz çocuklar. Bazı geçeler merhamet tavan yapar komşularada alınırdı ikramdan. O en soğuk zamandır bilirdik biz. Aman ki aman.

    Evde sıcak bir tas çorba, komşu teyze gelirse çaya yanında börek puaça oh ne ala.

    Güzelmiş çocukluğumuz selam anılara..

    Cahide Yormaz Öz
    1.4.2017 mi NE

     

  • Cüneyt Özdemir

    cüneyt özdemir, ayşe armanCüneyt Özdemir ve röportaj

    Çocuklukta yaşananlar  insan hayatını şekillendiriyor, farkında olmadan ama bilerek. Çocuklukta yaşanan kötü tecrübeleri bilmemiz ise  anlamamızı sağlıyor, bu tecrübelerin o kişinin hayatına neler getirdiğini.


    Çocukluk

    Daha önce Hıncal Uluç'un beş yaşında yaşadığı depremin hayatını nasıl etkilediğini, Bekir Coşkun'un 4 yaşında kaybettiği annesinin hayatına getirdiklerini, Rauf Tamer'in amcasının getirdiği topun, cam kırdığı için müdür tarafından kesilip pencereden atılmasını yazmıştım daha önceleri. Cüneyt Özdemir de onların arasındaki yerini alıyor. 

    Zeynep Kurtbay Röportajı

    Cüneyt Özdemir de çocukluğunda yaşadığı olayları Zeynep Kurtbay'a anlatmış. Güzel ve açıklayıcı bir röportaj.  Bu röportajda anlatılan olaylar bugünkü Cüneyt Özdemir'in yaşadıklarını çok net olarak açıklıyor.

    Cüneyt Özdemir'e bakıyoruz. CNNTürk'te 5N1K programını yapıyor. Radikal'de yazıyor. Fetullah Gülen'i ziyaret etmesi ile, flörtleri, evlenip boşanması ile de tanıyoruz.. Enerjik, haber peşinde koşan, televizyoncu ve gazeteci.

    Mehmet Ali Birand

    Mehmet Ali Birand ise televizyon tarihinde okul olmuş bir kişi. Bugün medyada gördüğümüz  önemli kişilerin çoğu 32.Gün'den yetişen insanlar.  Bugün hepsi önemli noktadalar. Bu açıdan kendisini tebrik etmek gerekiyor. Cüneyt Özdemir'de onlardan birisi.

    Çocuklukta yaşanan olayların belirleyici olduğunu yukarıda ifade etmiştik. Cüneyt Özdemir'de çocuklukta yaşadığı kötü  hissettiği bir anını anlatıyor.

    Üzgün Anne Korkan Cocuk GMC'ler

    "O sahnelerden birini şöyle anlatıyor Özdemir; ''Çocukluğum ile ilgili hatırladığım ilk görüntü koskoca bir meydan. 4 yaşındayım henüz. Cemseler meydana dizilmiş. Vedalaşan babalar, ağlayan anneler… İşte o cemselerden biri babamı da alıp götürüyor. Annem her akşam transistörlü radyo başında haber bekliyor.'' Astsubay babası Kıbrıs Harekatı’na gidiyor ve elinde bir oyuncakla Kıbrıs gazisi olarak dönüyor."

    Koskoca meydanda çok sayıda insanın olduğu ağlayan anneler ve vedalaşan babaların  bulunduğu bir meydan. Cüneyt Özdemir o küçük yaşında olan olayın ne olduğunu anlamayacaktır. Ancak güçlü gördüğü çok sayıda insanın cemselere bindirilip götürülmesi ve arkasından bakakalması o anda yaşadığı duyguları çok derine kaydedecektir.

    Annesinin her akşam üzüntü ile radyo haberlerini takip etmesi, şehit olanların arasında kocasının adının olup olmadığını duymaya çalışmak ve sürekli kötü haber geleceğinden korkmak.  Bugün Cüneyt Özdemir'in haberci olmasını kolaylıkla açıklayabilir.  O aslında annesine ve annelere sevindirici haber vermekten hep hoşlanacaktır. Annelerin ağlamasını sağlayanlara ise tepki göstermesi çok doğal sayılmalıdır.

    5N1K

    Bugün 5N1K programı CNN Türk ile o kadar bütünleşmiştir ki, başka bir kanala geçmesi mümkün değildir. Başka bir gazetede yazması. Gideceği yer kalmadığı için programını yapmaya devam edecek ve devam edecektir.

    Babanın askeri otoritesinin yanında; üç kadının şefkatinden payını fazlasıyla almış Özdemir. İlkokul yılları asker uğurlanan asker gözlenen yıllar değil sadece Cüneyt Özdemir için. Geceyarılarına kadar sokağın yaşandığı yıllar aynı zamanda. Fonda Ümit Besen şarkıları; top peşinde koşuyor,  camdan kız kesiyor, caka satıyor; kapı zillerini çalıp kaçıyor; mahalleliden habire fırça yiyor…

    Astsubay olan babasının  sürekli olarak göreve gitmesi ile otoriteden uzak kalındığında elde edilen rahatlığı anlatıyor, yukarıda yazılanlar. Baba olduğu zaman uslu, olmadığı zaman yaramaz çocuk olarak büyüyor. Bu anlamda kendisi yer değiştirmekten, ev değiştirmekten, kanal ve gazete değiştirmekten de hiç hoşlanmayacaktır.

    Sonrasında orta okula ablalarının yardımı ve önerileri ile Yükseliş kolejine başlayıp, daha sonra mali koşullardan dolayı mahalle okuluna geri dönmesi başarısının birden düşmesini ağlıyor. Babasının para kaybetmesi ile okul değiştirmek gereği ortaya çıktığı için, paranın hayatta önemli birşey olduğunu o yaşlarda anlayacaktır. Hayatında belirli bir zaman sonra hiç geri dönüş yapmayacak ve geride bıraktıklarının adını bile anmayacaktır.

    Görüldüğü gibi yaşanan bir kaç olay Cüneyt Özdemir'in hayatını çok küçük yaşlardan belirlemiş ve onları gerçekleştirmeye çalışmaktadır. Her ne kadar yaramazlık yapmak istese de, bulunduğu noktadan geriye düşebileceğini düşündüğü için, Türker Alkan'ın Radikal yönetimi ile çatışarak ayrılmasından sonra kendisine sorulan soruya " Ne diyebilirim ki" cevabını verebilmiştir. Yaramaz çocuğun daha farklı bir cevap vermesi gerekirken, bir şey söyleyememiştir. Otoritesini gösteren otorite karşısında "uslu" hale gelebilmektedir. Babasının evde olduğu zamanlardaki gibi.

    Bu anlamda Cüneyt Özdemir,  zarar görmüş ve darbe almış kadınlara karşı her zaman sevecen olmasına rağmen, kendisine otoritesini gösteren kadınlara karşı da o kadar insafsızdır.. Tabii ki zarar görmüş kadınları üzenlere de insafsız olduğu ve gazetecilik kriterlerini hiçe saydığı gibi.

    Röportajın diğer bölümlerinde ise Cüneyt Özdemir'in gazeteciler hakkında görüşleri de incelenmeye değerdir.

    Can Dündar : Fırça atarken iğneleyici,

    Erbil Tuşalp : Gazeteciliğine saygı duyulan kişi,

    Mehmet Ali Birand : Yetki veren, otoriter davranışı olmayan yönetici,

    Ayşenur Arslan : Sinirlenince çok bağıran yayın yönetmeni,

    Ali Kırca : Ayşenur Arslan kararlarını kabul eden anchorman,

    Çiğdem Anad : Mehmet Ali Birand'ın adamı iken, Kolayca Taha Akyol'un adamı olabilecek kadar esnek gazeteci,

    Serdar Akinan : İyi arkadaş, Mehmet Ali Birand'ı birlikte savunan televizyoncu,

    Bir de hüzünlü bir hikaye var röportajda. Cüneyt Özdemir şöyle anlatıyor.

    Trafik Kazası

    "Mahalleden bir kızdı. Karşılıklı apartmanlarda karşılıklı pencerelerden bakışırdık. 3-4 yıl sürdü bu bakışmalar. Ben ne zaman cama çıksam o da çıkıyordu. Bir gün sokakta  karşıma çıkıp ‘Ben sana aşığım’ dedi. Ben de ‘İyi ama sen daha çok küçüksün’ dedim. Aptallığa bakar mısın? Aşığım üstelik. Adı Ahu’ydu. Ben 12 yaşındaydım, o 9. Mahallenin varlıklı ailesinin kızıydı. Her yıl arabalarına binip yaz tatillerine giderlerdi. Bir gün gitti ve bir daha hiç gelmedi. Marmaris yakınlarında bir trafik kazasında ölmüş. Çok üzülmüştüm. Hala Ankara’ya gittiğimde o pencereye gözüm kayar…"

    O pencereye gözüm kayar diyerek, çocukluğunda yaşadığı bu olayı unutmadığını ifade eden Cüneyt Özdemir, röportajın daha sonraki kısmında şunu da söylemektedir.

    "Kırgınlıklarınız var mı?
    Var ama benim şöyle bir huyumda var tüm kırgınlıkları ve kızgınlıklarımı untuyorum. Hafızam siliyor. Resetliyor. Şu anda konuşmadığımız insanlarla biz neden küsmüştük hatırlamıyorum. Belki de en iyisi hatırlamamak. Zira bir kalbi soğutmak da , ısıtmak da kolay değil."

    Bu ise hiçbirşeyi unutmadığını zamanı geldiğinde gücü olduğunda bunu kullanacağını gösteriyor. Bir gazeteci kin tutabilir mi? Şu anda konuşmadığımız insanlarla biz neden küsmüştük hatırlamıyorum derken, hatırlamadığı nedenden dolayı küs kalmaya devam ettiğini ifade etmesi bunun bir göstergesi olsa gerek

    Ayşe Arman'a Kızgınlık

    Başarı Hayat Başarısızlık Ölüm mü yazısından  sonra Ayşe Arman hakkknda yazı yazan Cüneyt Özdemir, Kürtajın engellenmesine karşı direnen Ayşe Arman'a Twitter'dan saldırması da bunu net olarak gösteriyor

    Araları iyi iken verdiği röportajda  Cüneyt Özdemir Ankara şehri  için şöyle diyor.

    Ankara

    "Ankara'yı Özlüyor musun?

    Yok hayır, Ankara benim kurtulduğum yer, Ankara'ya dönmek en büyük kabusum, Ankaralıar alınmasın ama tamamen kişisel hikayemle ilgili travma."

    Bu kişisel travması, babasının Kıbrıs Harekatına katılması mı? Ahu'un ölümü mü?  Atatürk Lisesinde yediği dayaklar mı? bunu kendisi bilecektir. 

    Soner Yalçın

    Soner Yalçın ile ilgili söyledikleri de ilginç.

    İş, arkadaşlık, küslük, iş yapmadığında görüşememe, Türkiye'nin yaşadığı kırılma ve yapılan seçimlerle yolların ayrılması. Cüneyt Özdemir önemli bilgiler aktarmış.. Herhalde bu röportajı okuduğunda kendisini ne kadar açık ettiğini fark etmiş olsa gerektir. Yaptığı seçimler, işin ve paranın önemi, işin arkadaşlıktan önemli olduğu ve kendi zihinsel süreçleri röportajın son bölümünde aktarmış.   Gazetecilerin röportajlarını okumak bu anlamda daha da ilginç oluyor. Gazeteciliğin verdiği güvenle, sorulan sorulara düşünmeden cevap verdiklerinde çok açıkta kalıyorlar.  Cüneyt Özdemir'de böyle yapmış röportajının bu bölümünde. Soner Yalçın'la birlikte program yapan, başarılı olmayan Sağır Oda ve Ölüm Çiçekleri dizilerini birlikte yapan, Odatv'nin kurulması için baskı yapan ve kurduran ama daha sonra seçimini muhalif olmamak ve gücün tarafında olarak yapan Cüneyt Özdemir'in cümlelerini dikkatle okumanızı tavsiye ederim.

    "SONER’LE NEDEN Mİ AYRILDIK

    5N 1K’yı başta Soner’le birlikte yaptınız, onun içeride olması sana ne kadar koyuyor?
    - Soner, cezaevine girdiği ilk gün kendimi tuttum tuttum, sonra gecenin bir saati yalnız kaldığım bir an patladım, ağlamaya başladım. Çok üzüldüm. Soner’i benden daha iyi tanıyan çok az insan vardır. Kafasının içini bilirim. O da benimkini bilir. Bugün birbirimizle 180 derece zıt kutuplardayız, üç yıldır tek bir kez bile görüşmedik ama onca yılın yaşanmışlığı var.

    Dargın mısınız, küs müsünüz?
    - Ne dargınız ne de küsüz. Sadece konuşmuyoruz. Soner’le iş arkadaşlığımız biterken kendime şu sözü verdim: “Asla bir daha en iyi arkadaşınla iş kurma! Ya da iş ortağınla, en iyi arkadaş olma!” Zira işler kuruluyor, batıyor, ayrılınıyor ama o hengamede arkadaşlıklar da tuz buz oluyor.

    Peki neden ayrıldınız?
    - Soner’in nedenleri farklıdır kuşkusuz ama benim için, ortak iş yapamamanın sınırlarına dayanmıştık. İş yapış şeklimiz uyuşmuyordu.

    İdeolojik bir kavga mı...
    - Kavga hiç olmadı ama 2007 yılına kadar konuşabildiğimiz konuları konuşamamaya, tartışamamaya başladık. Türkiye, 2007 yılında çok ciddi bir siyasi kırılma yaşadı. Pek çok kişinin bunu çok kavradığını hâlâ düşünmüyorum. Biz bunu ilk görenler ve bizzat hayatımızın içinde yaşayanlar olduk. İkimiz de, siyasi düşüncenin iki ayrı yanına ayrıldık. Ama sessizce... "

    Bu cümlelerin yorumunu ise size bırakıyorum. Altı çizili olan cümleler çok şey anlatıyor. 

    Cengiz Eren

    NLP Uzmanı ve Eğitmeni

    http://www.erenlp.com

    Bu yazı NLP'nin Linguistik içeriğinde aktarılan bilgiler ve söylenen sözlerin gramatik, pragmatik, semantik açıdan incelenmesi ile hazırlanmıştır. Yorum niteliğindedir.  Yaşanan olayların kişiler üzerindeki etkisinin göstermeye çalışmaktadır.

     

TOP